Bir dönem için tamamen hayal ürününden ibaret olabilecek birçok bilim kurgu filmi, günümüzün gerçeğini yansıtabiliyor. Yıllar önce, gizli kameraların hayatımızda bu denli yer edinebileceği, uzay yolculuklarının gerçekleşmeye başlayacağı, görüntülü konuşma yapabilmek, hologram teknolojisi gibi faaliyetler sadece bilim kurgularda kendine yer bulabilirdi. Şimdi ise durum çok daha farklı. Zira yukarıda bahsettiğimiz her şeyi şu anda gerçekleştirebiliyoruz ve bu da yakın gelecekte, teknolojinin de tahminimizden daha hızlı bir şekilde ilerliyor oluşuyla çok daha fazla yenilikle, belki distopik belki de ütopik birçok gelişmeyle karşılacağımız anlamına geliyor.
Bilim kurgu filmleri kimi zaman bir uzaylı istilası, kimi zaman insanların robotlara karşı verdiği mücadele olarak karşımıza çıkıyor. Bu filmlere her seferinde izleyen tarafından baktığımız için ise sonuç genelde "distopik evrenlerden kaçış" olarak kendini gösteriyor. Ancak bazı filmler var ki kendinizi istenemeyenin yerine koyup istilaların haklı nedenini anlamaya çalışabiliyorsunuz ya da aslında kötü olanın kişinin kendisi olabileceğini fark ediyorsunuz. Bunlara verebileceğim en güzel örnekler ise hiç şüphesiz Arrival, District 9 ve şimdilerde Netflix'te izleyebileceğiniz Extinction olacaktır.
Bu yazıda ise sizlere geleceği günümüze getiren 10 kült bilim kurgu filminden bahsedeceğim. Aslında bunu 10 maddeye sığdırmak gerçekten oldukça zor ve muhtemelen yazıyı okuduğunuzda birçok filmi atladığımı söyleyeceksiniz. Ancak Matrix, Back to the Future, Star Wars gibi serileri ya da Inception gibi son dönemde herkesin izlediği filmleri listeye almamaya karar verdim. Onun yerine biraz daha kıyıda köşede kalmış ya da adı duyulsa bile izlemek için ertelenen filmleri listeye eklemek istedim. O yüzden lafı çok da uzatmadan, tarih sıralaması açısından baştan sona doğru giderek listeye başlıyorum.
1- Metropolis (1927)
Yönetmen: Fritz Lang
Her dönemin filmi olarak nitelendirebileceğimiz Metropolis, günümüz bilim kurgu filmlerinin temellerini atmakla kalmıyor, sinema tarihinin de önemli eserleri arasında sayılıyor. Metropolis'te gelecekte totaliter bir düzenin hüküm sürdüğü, zenginlerle fakirlerin sosyal ve sınıfsal ayrımını konu alan bir hikaye anlatılıyor. Zenginler, yani işverenler gökdelenlerin üst katlarında yaşamlarını sürdürürken kapitalist sistem altında robotlaşan işçi sınıfı ise işverenleri daha da zengin etmek için çalışıyorlar. Bir gün, şehrin en zengini olan Joh Fredersen’ın oğlu Freder, herhangi bir sosyal hakkı bulunmayan işçi sınıfının nasıl yaşadığını görüyor ve onların yanında yer almaya karar veriyor. Olaylar ve kırılmalar da bundan sonra başlar.
Metropolis, her ne kadar 1927 yılında çekilmiş olsa bile konusuna baktığımızda günümüzü ne kadar iyi anlattığı ve filmin ciddi bir öngörü ile yazıldığını söylemek mümkün olabiliyor.
2- Nineteen Eighty-Four (1956)
Yönetmen: Michael Anderson
George Orwell'ın meşhur distopyasının sinema uyarlaması olan 1984'ün aynı zamanda 1956'dan sonra 1984'te de film olarak çekildiğini hatırlatalım. Ancak diğerine göre daha kült sayılabilecek olan 1956 uyarlamasının başrollerinde karşımıza Edmond O'Brien, Michael Redgrave ve Jan Sterling çıkıyor. Kitabın birebir aynısı olan filmde, totaliter ve baskıcı bir iktidarın kontrolünde olan Okyanusya toplumu anlatılır. Toplum parti ve onun lideri Büyük Birader’in diktatörlüğünde sınıflara ayrılmıştır. Hiyerarşik sınıflamada ortalarda yer alan bir memur olan Winston Smith, romanın baş kahramanıdır. Doğruluk Bakanlığı’nda çalışan dış parti üyesi Winston Smith’in gözünden baskı altında yaşayan Okyanusya toplumu anlatılır.
3- Fahrenheit 451 (1966)
Yönetmen: François Truffaut
Fransız yeni dalga akımının önemli temsilcilerinden biri olan François Truffaut'nun yönettiği Fahrenheit 451, Ray Bradbury'nin 1953 tarihli aynı adlı distopik kitabının bir uyarlaması. Filmin başrollerinde ise karşımıza Oskar Werner, Julie Christie ve Cyril Cusack çıkıyor. Kitapların varlığını, bütünlüğünü ve iktidarını sürdürebilmek için en birincil tehdit olarak gören Devlet, ülkedeki bütün kitapların yakılarak yok edilmesine karar vermiştir. İtfaiye teşkilatında çalışan ve görevi, bulunan kitapların derhal yakılarak imha edilmesi olan itfaiyeci Guy Montag, kendisini son derece yalnız hissetmektedir. Sistem tarafından beyni kitapların zararları ile doldurulmuş olan Guy, tam bir kitap aşığı ve dolayısı ile de sistem muhalifi bir kıza aşık olunca hayatındaki tüm dengeler yerinden oynayacaktır.
4- 2001: A Space Odyssey (1968)
Yönetmen: Stanley Kubrick
Gelmiş geçmiş en iyi yönetmenler arasında sayılan Stanley Kubrick'in yönettiği bilim kurgu filmi 2001: A Space Odyssey, bilim kurgu yazarı Arthur C. Clarke'ın kısa bir öyküsünden esinlenerek hayata geçirildi. Ancak filmin senaryosunda Kubrick'in payı da olduğunu belirtelim. Tarih öncesi bir maymun-adam kabilesi kurak çölde yaşamaktadır. Yaşadıkları yerde bir sabah, gizemli bir dikilitaş belirir ve ürkek maymunlar taşı incelemeye başlar. Bunun akabinde bir maymun-adam bir yığından kemik alır ve böylelikle ilk aleti bulmuş olur. Diğer kemikleri kırarak onu bir sopa gibi kullanabileceğini keşfeden maymun-adam, diğerlerine kıyasla artık kısmen dik durmaktadır, kabilesine su birikintisini savunmada liderlik eder. Yeni silahını kullanarak bir düşman maymunu öldürür ve maymun-adam silahını havaya fırlatır, düşmekte olan kemiğin yörünge uydusuna dönüştüğü bir eş kesme ile film bu noktada geleceğe atlar. Bir önceki sahneden 4 milyon yıl sonra, bir uzay gemisi aydan gelen esrarengiz sinyallerin ardında aynı siyah taşı keşfeder. Sinyaller Jüpiter'e ulaşmaktadır ve uzay macerası da böylece başlamış olur.
5- Alien (1979)
Yönetmen: Ridley Scott
Yönetmenliğini Ridley Scott'ın üstlendiği ve başrollerinde Sigourney Weaver, Tom Skerritt ve John Hurt'ü izlediğimiz Alien, belki de gelmiş geçmiş en kült bilim kurgu filmlerinden biri diyebiliriz. Alien'ın aslında bir seri olduğunu ve ilk filmden sonra üç filminin daha yayınlandığını hatırlatalım. Seride ise bir memur olan ve Sigourney Weaver'ın hayat verdiği Ellen Ripley'nin "Yaratık" diye bilinen dünya dışı yaşam formu ile olan savaşı anlatılıyor. Filmin ön bölümleri olan Prometheus ve Alien: Covenant filmlerinin de sırasıyla 2012 ve 2017'de çekildiğini de hatırlatalım. Yani Alien'ı izlemek isteyenlerin öncelikle son iki filmi izlemesini öneririz.
6- Blade Runner (1982)
Yönetmen: Ridley Scott
Ridley Scott'ın bilim kurgu konusunda oldukça üretken bir yönetmen olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Blade Runner, bizdeki çevirisiyle Bıçak Sırtı filminde de yönetmen koltuğunda karşımıza Ridley Scott çıkıyor. Philip K. Dick'in 1968 tarihli "Do Androids Dream of Electric Sheep" kitabından uyarlanan filmin başrolünde ise Star Wars'un Han Solo'su Harrison Ford'u görüyoruz. Blade Runner, 2019 yılında Los Angeles şehrinde geçer. Tyrell Şirketi'nin ürettiği replicantlar köle gibi çalıştırılmaktan bıkıp Dünya dışı bir gezegende isyana ön ayak olurlar ve bir uzay gemisine binip Dünya'ya gelirler. Sorun çıkaran replicantları bulup öldürmek için çalışan "Bıçak Koşucuları" adlı polis birimi de isyancı replicantları bulmak için Holden'ı, yani Harrison Ford'u görevlendirir. Holden, replicantları insanlardan ayırt etmeye yarayan Voight-Kampff testi ile onları bulmaya çalışır. Ancak aramaları sırasında Tyrell Corporation hakkında gizli bilgiler elde etmeye başlar.
Blade Runner'ın 30 yıl sonrasını anlatan Blade Runner: 2049'un da 2017'de gösterime girdiğini ve onun yönetmenliğini Denis Villeneuve'ün üstlendiğini de hatırlatalım.
7- Videodrome (1983)
Yönetmen: David Cronenberg
David Cronenberg tarafından yazılan ve yönetilen, başrollerinde James Woods, Sonja Smits ve müzik grubu Blondie'nin vokali Deborah Harry'yi izlediğimiz 1983 yapımı bir bilim kurgu ve korku filmi. Filmde, televizyon izleyicilerinin, televizyon dalgaları aracılığıyla yayılan elektrik sinyalleriyle, kurgusal ve yapay bir dünyaya çekilişi anlatılıyor. Max Renn, genelde cinsellik içeren, bel altı basit ve ucuz hikayeleri kovalayan bir televizyon yöneticisidir. Rating oranlarını yükseltmek istediği dönemde, enteresan bir korsan yayın dikkatini çeker. Videodrome isimli underground yayın, ilk başta gerçek cinayetlere yer veren bir "snuff" TV havasındadır. Videodrome’u keşfettikçe rahatsız edici görüntüler, teknolojiye tapınma, sado-mazoşizm içerikli yayınlar Max’in kişisel merakına yenik düşmesine sebep olur ve çok geçmeden perde arkasındaki tehlikeli karakterlerle tanışır.
8- Brazil (1985)
Yönetmen: Terry Gilliam
Terry Gilliam tarafından yazılan ve yönetilen Brazil, günümüzden çok uzak bir gelecekte geçiyor. Filmde insanoğlunun distopik sonlarından birini ele alınıyor. Fütüristik ve karanlık bir atmosfere evrilen bu dünyada yaşayan insanlardan biri olan Sam Lowrey, sıradan bir devlet memuru. Lowrey'nin bunaldığı işinden ve teknolojiden kaçmasının tek yolu ise hayal ve rüyalarına sığınmak. Rüyalarında sürekli karşısına çıkan ve kendisini bekleyen figür ise terörist olmakla suçlanan Jill Layton isimli kadın olarak karşımıza çıkıyor. Ancak bir zaman sonra Sam, hayal ve gerçeği karıştırmaya başlar ve olaylar karmaşık bir hal alır.
9- They Live (1988)
Yönetmen: John Carpenter
The Thing, The Fly gibi filmleriyle kült bilim kurgu ve korku filmlerinin yönetmeni olarak adını sinema tarihine yazdırmış John Carpenter'ın 1988 tarihli filmi They Live, gizlice gerçekleşen bir uzaylı istilasını konu ediniyor. John Nada, bir inşaatta çalışmak için Los Angeles’tadır. Şans eseri, uzaylıların dünyayı ele geçirme planına şahit olur. TV, gazete ve basın yayın yoluyla halkı hipnotize eden ve gerçek görüntülerini gizleyen istilacılar, özellikle para ve güç sahibi kimseleri kendilerine hedef seçmektedir. Gizlice örgütlenmiş direniş hareketine katılan Nada, direnişçilerin özel yapım güneş gözlükleri sayesinde uzaylıların gerçek yüzünü görebilmektedir.
10- The Truman Show (1998)
Yönetmen: Peter Weir
Başrolünde komedi filmlerinden tanıdığımız Jim Carrey'nin bulunduğu The Truman Show'da dünyanın en güzel adalarından birinde yaşayan halk imrenilecek derecede ütopik bir hayat sürmektedir. Bu adada yaşayan insanlar, her güne mutlu uyanıp günü herhangi bir sorunla karşılaşmadan tamamlamaktadırlar. Baş karakter olan Truman da bu şanslı insanlardan biridir. Güzel bir eşe ve mutlu bir hayata sahip olan Truman, bir gün öldüğünü zannettiği babasını caddede görür ve kafası karışır. Babasını gördüğüne emindir ancak adam bir anda ortalıktan kaybolmuştur. İlerleyen günlerde çeşitli gizemli anlar yaşayan Truman, bir şeylerin yolunda gitmediğini fark edecek, sahip olduğu hayatın gerçek olup olmadığını anlamaya çalışacaktır.
Görsel Kaynak: Deposit Photos