Konuk yazarımız Bülent Boytorun geçmişte Zap Medya'nın kurucusudur. Şu anda Section B2 şirketinin kurucusu ve yöneticisidir. @bboytorun
Bu SXSW'e ilk gelişim. Herkes çok komplike olduğunu söylüyordu da, bu kadar komplike olmasını beklemiyor insan. Bir kere plansızca ve fütursuzca "oversold" bir organizasyon. Eğer kayıt yapılmışsa, o zaman istediğim konferansa da girebilmem lazım. Maalesef öyle değil. Sabahtan kuyruklara giriliyor, bütün gün kuyruklarda duruluyor. Binalardan binalara kan ter içinde -veya sağnak yağmur altında- yürünüyor.
İlk kural - erken olun, çok erken. saat 09:30'da başlayan bir etkinliğe girmek için 09:00'da orada olduysanız, giremezsiniz. Ben bunun dersini çok acı bir şekilde ilk gün öğleden evvelimin tamamını otobüsle gidilen AT&T Center'daki konferansa gitmek için kaybederek aldım. Sağanak yağmur altında ıslak bir fare gibi bekleyerek geçti bütün sabahım, ve konferansa gittiğimde salon dolmuş olduğundan dolayı yüzlerce kişiyle beraber aynı yolu geri gelmek zorunda kaldım.
Bir gün önceden dersimi aldığım için Mobil Cumartesi organizasyonun salonuna sabahın seherinden varıp salona girebildim. Ama benden sadece 15 dakika sonra gelenlerden giremeyen yine birkaç yüz kişi vardı.
Mobil
Akıllı mobil cihazlar herşeyin yerini doldurmaya başladılar. Müthiş kişisel, hiçbir zaman bizden 1 metreden daha uzakta olmayan ve gittikçe daha yeteneklenen, akıllanan, daha önce hayal bile edemeyeceğimiz miktarda bilgi toplayan cihazlar haline geldiler. Lokasyon bilgisi bunlardan biri, ama iletişimin boyutunu -hele ki "zaman" bilgisiyle harmanlayınca- yepyeni ufuklar oluşturan bir kriter.
Açıkçası, bu oluşan Büyük Bilgi'nin tam olarak nasıl kullanılacağı henüz daha tam netleşmemiş olmakla birlikte Mobil 2.0 sevdiğim bir terim oldu. Mobil cihazların şeker gadgetlerden çıkıp fonksiyon kazandıkları bir dönemdeyiz.
O kadar ki Foursquare kurucularından Dennis Crowley'in sunumunun başlığı "The Future of Location: From Social to Utility" idi. Şimdi, bilhassa 4SQ gibi konumlandırmayı oyun haline getirerek işe başlayan bir platform, zaman içerisinde bu kimliği tamamen terkedip "tavsiye" üreten bir bilgi bankasına dönüşüyor. Karşılığını da son bir sene içerisinde kullanıcı sayısını ikiye katlayıp 30 milyon kullanıcıya ulaşarak buluyor. Ama daha önemlisi dünya üzerinde elli milyon civarında mekanın bilgi bankası, API'sini yaklaşık 50.000 uygulama kullanıyor ve bu database'in temizlik işlemini de neredeyse tamamen kullanıcılar yapıyorlar. 4SQ'in izlediği ve başarılı sonuç aldığı değişim, kullanıcıların da artık fonksiyon talep ettiklerinin somut bir göstergesi.
Markaların ve mobil fikir üreticilerinin bu yönde pozisyon alması gerekli.
Yapılan herşey kullanıcının hayatına kolaylık getirmek üzere, günlük ihtiyaçları rahatlatmak üzere geliştiriliyor. Ödeme yapmaktan ilacınız bitene doğru size hatırlatıp en yakın eczaneye yönlendirmeye kadar, aklınıza gelebilecek her türlü ihtiyacınızda size yardımcı olmaya yönelik işler yapılmakta. Hatta mobil cihazlardan "telefon" ibaresinin kalkması bile gündemde, çünkü konuşmak tüm diğer fonksiyonlardan sadece bir tanesi, ve artık en önemlisi de değil (bkz. whatsapp). Kimse artık "fart me" türü uygulamalar yapmıyor.
Starbucks'ın benimde çok severek kullandığım ve maalesef henüz Türkiye'de olmayan Starbucks Card uygulaması mobil ödeme konusundaki en güzel çalışmalardan biri. Tercih edilirse Kredi Kartı bilgisi bile istemeden kullanılabilen uygulama iOS içindeki cüzdana girerek her Starbucks'tan alışverişinizi sağlıyor. Müşteri bağlılığı konusundaki en iyi deneyim denebilir.
Aynı şekilde sadakat kartları da (puan toplayan kartlar) mobil uygulama haline gelmiş durumda.
Mobil uygulamaların ömrü "üçüncü gün" kullanıma göre ölçülüyor. Eğer üçüncü gün kullanılmadıysa, uygulamaya "ölü" olarak bakılıyor.
Mobil cihaz tanımına akıllı telefon ve tabletler giriyor (yani iOS ve Android). Windows 8 sanki yokmuş gibi. Blackberry zaten yok. Ancak Samsung ve Android'in çok göz alıcı bir yükselişi olduğunu söylemek mümkün. Her ne kadar Apple App indirme ve data kullanımı konularında liderliğini sürdürüyorsa da bu durumun kalıcı olmadığı ve bu sene içinde bile değişeceğine kesin gözüyle bakılıyor.
Mobil cihazların önemli olarak ortaya çıktığı bir diğer alan ise "ikinci ekran" özellikleri. TV kanallarının izleyicilerle neredeyse entegrasyon sağladıkları bir platform oluşmuş durumda. Bir film izlerken "neymiş bu?" diyerek cep telefonu veya tabletten IMDB'ye bağlanmak veya bir dizi seyrederken tweet yazmak/okumak artık neredeyse olağan bir refleks olmasına rağmen, TV kanalları mobil uygulamalarla bu iletişimi bambaşka boyutlara vardırıyor. Yarışmalara katılmaktan, oy vermeye, izleyiciyi programın bir parçası haline getiren birçok başarılı fikir var. İkinci ekran deneyimini zenginleştirmeye çalışan birçok bağımsız uygulama olduğu gibi televizyon kanallarının izleyicileriyle daha yakın iletişim kurdukları mobil uygulamalarda var
Oyunsallaştırma
Bir diğer önemli ve yükselen Trend ise "Gamification", Türkçe adıyla "Oyunlaştırma". Bilhassa kullanıcı deneyimini zenginleştirme açısından oyunlaştırma çok büyük önem taşıyor. Araştırma şirketlerinden okul programlarına kadar hayatın her alanına oyunlaştırmayı katmak mümkün, ve yapılan iş, kullanıcının zaten yapmakta olduğu şeylerin ucuna ödülcükler konularak daha cazip hale getirilmesi. Her ne kadar Foursquare kendi deneyiminde oyunlaştırmayı artık iyice geriye çekmekte olsa da bu, oyunlaştırmanın başka alanlarda sürekli daha fazla öne çıktığı gerçeğini değiştirmiyor. İngiltere'de piyasa araştırması yapan şirketlerden, Çin'de geri dönüşümü mümkün olan çöplerin toplamasını yapan şirketlere kadar geniş bir yelpazede oyunlaştırma devreye sokuluyor.
Oyunlaştırma özünde bir ölçümleme. Önceden belirlenen kriterlere yönelik doğru adımlar attığınızda ve belli bir rakama ulaştığınızda aynı zamanda belli bir seviyeye ulaşıyorsunuz. Halen en çok kullanılan seviyeleme modeli ise askerlikte de kullanılan çavuş - teğmen - albay - general diye giden bir seviyeleme yöntemi.
Bu alamdaki öncü şirketlerden biri Badgeville. Onlara sorarsanız -haliyle- herşeyin oyunlaştırılması sadece "mümkün" değil aynı zamanda "gerekli"de.
Hatta Badgeville işi bir adım daha ileriye taşıyıp kendilerine bir "oyunlaştırma" platformu yerine "davranış yönetimi" platformu diyor.
Burada dikkatli olunması gereken bir konu oyunlaştırmanın manüpilasyon haline getirilmemesi.
Bulut
Bir diğer yerleşik trend "cloud". Herşey, ama herşey cloud. Sadece dosyaları koyup rahat uyumak için değil, kullanım başına ücretlendirmelerle software kullanımları için de cloud. İnternet bağlanma süratlerinin artması, bağlantı fiyatlarının düşmesi ve bilhassa 4G ile her yerden gerçekten hızlı bağlanabilmenin mümkün olmasının doğal sonucu olarak, kimsenin dosyalarını bir yerden bir yere taşımasına gerek kalmamış durumda.
Film montajından proje management platformlarına kadar herşey cloud ile yapılıyor. Kullandığımız Tüm ekranlarda senkronize bir şekilde var olabilmesi, bilgi üretmek veya tüketmek konusunda bireyleri cihazlardan bağımsız kılmış konumda. "Login" olabildiğiniz heryerde her türlü işinizi yapabilir hale geliyorsunuz.
Cloud o kadar uç noktalara gitmişki, bir makinenizde "copy" yapıp anında diğer makinenizde "paste" edebildiğiniz sistem bile çıkmış.
Cloud sistemlerin önündeki en büyük ödev kişisel güvenliğe ne kadar saygılı oldukları. Tabii birde Amerikan Hükümeti.
SXSW'e Skype ile katılan Kim Dotcom, büyük bir kalabalığın alkışları ve tezahüratıyla sahneye çıktı. Özünde de Amerikan Hükümeti'nin artık tamamen geri kalmış bir ekonomik düzen olarak nitelendirdiği Holywood yönlendirmesiyle ne kadar saçmaladığını söyledi. Ve Amerika'da hapise girmeyeceğine yemin etti.
Bu sene başında lanse ettiği Mega, veri güvenliği konusunda daha önce olmayan bir işi gerçekleştirip kullanıcıların bütün verilerini "encrypted" olarak tutuyor. İlk etapta bu fark çok önemli değilmiş gibi gözükse de, bilgilerin hacklenmesi veya el konulması durumunda çözülemeyecek bir şekilde şifrelenmiş olması güvenlik güçleri açısından önemli sorunlar yaratıyor. Konu her ne kadar film, müzik ve program korsanlığını rahatlatır gibi görünse de, esas olarak çocuk pornosu ve terör gibi yasadışı faaliyetlere güvenli bir liman oluşturması açısından sakıncaları var.
Elon Musk'un yatırımları geleceği işaret ediyor
Elon Musk'un konuşması oldukça ilginçti. 42 yaşındaki Güney Afrikalı Elon Musk Paypal'ın ilk kurucularından, ebay'e satıştan birkaç yüz milyon dolar kazanmış ve daha sonra da Tesla otomobillerine yatırmış parasını.
Elektrikli otomobillerin "sıkıcı" olmak zorunda olmadığını kanıtlayan Tesla halen daha muhtelif zorluklarla boğuşsa da elektrikli otomobiller konusunda sektör lideri konumunda ve Detroit Büyükleri haricinde (fabrika California'da) nisbeten tutunabilmiş tarihteki tek ABD'li otomobil yatırımı. Aslında Tesla ABD'de 1990'ların sonundan beri süregelen elektrikli/benzinli kavgasının elektrikli'nin kazandığının göstergesi. Son üç sene içinde tüm ABD'li araç imalatçıları tamamen elektrikli araçları da imal eder hale geldiler.
Ancak Elon Musk bununla da yetinmeyip kişisel olarak NASA'ya alternatif bir girişime imza atıyor ve Space X projesiyle Mars'a ilk insan gönderen misyonu hayata geçiriyor. Şu anda insansız bir uydusu Uluslararası Uzay İstasyonuna başarılı bir şekilde kenetlenmiş durumda ve bize sunumunda iki gün önce gerçekleşen ilk vertikal iniş yapabilen roketin inişini gösterdi.
Bu konuya o kadar inanıyor ki, Texas Eyaletinin Meksika Körfezi sahilinde bir füze fırlatma tesisi kurmak için girişimlere başlamış. Genellikle Amerikan Hava Kuvvetleri'nin bünyesinde yapılan bu iş, ilk kez tamamen sivil bir yatırım ve işletmeye açılıyor olması bakımından oldukça önemli. Son izinleri beklemekle birlikte, gerçekleşeceğine kesin gözüyle bakıyor Elon Musk.
Ancak Elon Musk'ın girişimleri burada da bitmiyor. Çok iddialı bir Güneş Enerjisi yatırımı da var; Solar City. Gerek kişisel gerekse kurumsal çözümler sunan Solar City güneş enerjisini kitlelere yaymak üzere çalışan bir yapı. Çok makul kredilerle hem bireylerin hemde işletmelerin ihtiyacı olan enerjiyi kısmende olsa güneş'ten edinmelerini sağlıyor.
Elon Musk'a özellikle bu kadar yer ayırdım, çünkü bence meselenin birkaç farklı yüzü var. Önümüzdeki günlerde bu ismi çok daha sık duyacağınızdan emin olun, çünkü müthiş bir PR makinesi çalışıyor Elon Musk için.
Bir yandan sınırları zorlayan, insanlığın ufkunu açmaya çalışan işlere bütün parasını (yaklaşık 2 milyar dolar kişisel servetinin tamamını) yatırmakla birlikte, bir yandan da hem ABD devleti'nin hemde Larry Page, Richard Branson gibi arkadaşlarının da aracılığıyla, sermaye gruplarının yatırımlarını alıyor. Tüm bu PR aslında bu yatırım kaynaklarının akışını devam ettirmeye yönelik.
Ancak, bir yandan da, bildiği, rahat edebileceği daha az maceracı alanlara yatırım yapmaktansa (arsa, inşaat, yanından köprü yolu geçecek mülk gibi), dünyayı kısmen de olsa değiştirebilecek işlere emeğini, zamanını ve parasını harcıyor.
Ben şahsen çok emin olamıyorum Elon Musk'ın dümdüz dürüstlüğünden ve çığır açan projelere yatırımlarından, ama şüphe kısmını bir yana bırakırsam da hayranlık duymamak elde değil.