Konuk yazarımız Müjdat Ayoğuz Woisio.com'un kurucusudur.
Yaklaşık 18 yıl önce Amerika'da yazılım mühendisi olarak olarak başladığım internet yolculuğum boyunca, “internet uygarlığının" insanlık uygarlığına benzer bir tarihsel seyir izlediğini gördüm. Peki çoğu zaman hayranlık içinde izlediğim bu akışın demokratikleşme süreci nasıl ilerliyor?
Bir cümlelik özetle, toplumsal yapımız klanlar (boylar), hiyerarşik kabileler, feodalizm, krallıklar ve imparatorluklar, en sonunda da demokrasiye ulaşan bir evrim takip etti.
İlginç olan, bütün bu evrim boyunca, demokratik idealleri toplumsal yapı içine entegre etme çabaları her zaman şu veya bu şekilde olmuş ancak gerçek demokrasi, toplumların büyük ölçekte birleşmesi ve bu birlik içinde ufak kıvılcımları büyük yangınlara dönüştürecek toplumsal nöronların oluşması sonucunda ortaya çıkmıştır.
İnternetin demokratikleşme süreci
İnternet de son yirmi yıldır benzer bir evrim yaşamakta. 90'lı yılların başında ufak klanlar olarak başladı herşey. 2000 yılına yaklaştığımızda imparatorluklar büyümeye başlamıştı. Daha önce hiç görmediğimiz bu görkemli yapılar karşısında hepimiz hayranlık içindeydik.
Gazetelerimizi online okuyabiliyor, arkadaşlarımız veya tanımadığımız insanlar ile çevrimiçi sohbet edebiliyor, Amazon'dan kitap sipariş ediyor, Pets.com'dan köpeğimizin mamasını alabiliyorduk. Eğer kullandığımız internet servis sağlayıcının alt yapısı fena değilse çevrimiçi video klipler izleyebiliyor, müzik ve hatta film indirebiliyorduk.
Ancak biz internet kullanıcıları hala tüketici ekonomisi içinde bizim için belirlenmiş rolü oynuyorduk. Henüz her sohbet, her e-posta ve blog ile büyüyen toplu gücümüzün farkında değildik.
Sosyal hareketlerin önemi ve rol değişimi
2000'li yıllar ilerledikçe Myspace, Friendster, Facebook, Twitter, Groupon şeklinde bir takım mutasyonlar -ki bunlar, uygarlık tarihinin akışını değiştiren devrimlere çok benzemekteler - internetin evriminde, belli coğrafyalarda politik ve sosyal hayatı ama genelde internette statükoyu sorgulama yetisini taşıyan yeni bir evreyi başlattılar.
Fakat bütün bu "sosyal hareketler", çevrimiçi toplulukların dokusunu değiştirse de gerçek anlamda kullanıcıların yönü belirleyebildiği demokratik bir yapıya şu ana kadar ulaşmayı başaramadılar. Ve her devrim sonunda geriye kalan, bir kaç yirmili yaşlarda dolar milyarderi, borsaların beklentilerini karşılamaya çalışan kısa vade odaklı CEO'lar, ilk başarıyı ve ivmeyi gerçekleştiren prensiplerle ilgisi olmayan stratejiler oldu.
Sosyal medya girişimlerin ötesinde, bu mecralardan birden fazlasını iletişim aracı olarak kullanabilen internet toplulukları küresel ölçekte büyüdüler ancak kabile liderlerinin 18-19 yaşında olduğu Bieberland, Gagaland gibi klanların ötesine geçme noktasına gelemediler. Ve ne yazik ki bu klanların, evlerimizde akşam yemeği sonrasında veya işte, öğle arasında, bize günlük dozda gerçek sürümlerini besleyen kitlesel medyaya özellikle de televizyona rakip olması bugünkü yapıları nedeniyle olası değil.
Şu ana kadar yazdıklarımla, internetin demokratikleşme konusunda başarısız olduğunu kesinlikle ima etmiyorum. Tam aksine, pazarın dayattığı kısa vadeli yaklaşımlara direnmeye çalışan Facebook ve Twitter bu yönde çok önemli adımlar attılar. Bu iki dev firmanin ötesinde 4chan, TEDTalks ve reddit gibi çok daha başarılı ancak küçük ölçekli örneklerin varlığını da burada saymamız gerek.
Google demokratikleşmenin karşısında
Ancak bugün geleneksel medyaya karşı en büyük gücü temsil eden Google ve Yotube iki ana strateji nedeniyle internetin demokratikleşme evriminin önünde bir engel olarak durmaktalar.
Birincisi, sosyal medya örneklerinin aksine, iş modellerinin topluluğa ve topluluğun gücüne dayalı olmaması, bu yönde atabilecek adımları bugüne kadar öncelikli hale getirmedi. Sosyal medyadaki başarı örneklerini gördükten sonra attıkları adımlar ise kötü bir kopya olmanın ötesine geçemedi.
Google Plus örneğine kısaca bakacak olursak, üye sayısı ve bu rakamlara ulaşma ivmesi gerçekten etkileyici olmakla beraber, aktif kullanıcı sayısı konusunda bitmeyen bir tartışma sözkonusu. Topluluk özelliği diğer Google ürünleri ile entegrasyon ve kurumsal kullanıcılara yönelik hareketlerine bakıldığında Google'ın bu konuda hala bir arayış içinde olduğunu görmek çok da zor değil.
İkincisi, çevrimiçi medya tüketim davranışının Google'in iş modelinin merkezinde yer alan arama temelli bir yapıya dayanıyor olması.
İstanbul'un akşam trafiğinde dur kalk ilerlemeye benzeyen bu deneyimin insanlara içeriği doğrudan ve zahmetsizce ulaştıran TV, radyo hatta gazete/dergilerin kitlesel ölçekte yerini alması olası mı?
YouTube televizyonun yerini alabilir mi?
ComScore 2012 Aralık rakamlarına göre, bir kullanıcı Youtube üzerinde yaklaşık 13 dakika video izlerken; Amerika'da televizyon izleyicileri ekran karşısında günde yaklaşık 2.8 saat geçirmekte. Bu rakamlara bakıldığında, çevrimiçi dünyada olup biten bütün ilgi çekici gelişmelere rağmen, geleneksel medyanın erişim gücü ve dolayısıyla toplum üzerindeki etkisi açık ara önde gitmeye uzun bir süre daha devam edecek.
Bu iki temel stratejinin ortaya çıkardığı kullanıcı davranış eğilimlerinin, Google tarafında yapılan kasıtlı seçimler olduğunu kesinlikle söylemiyorum. Hatta internet dünyasının ve uygarlığımızın Google ile cok daha iyi bir noktaya geldiğini düşünüyorum.
Ancak "self determination" prensibine dayalı demokratik, "yasama, yürütme ve yargı"nın aracılara gerek olmadan gerçek anlamda kullanıcılar tarafından sahiplenilmiş, bir İnternet Birleşik Devletleri yapısına doğru ilerlemek adına şu ana kadar kaçırılmış çok büyük bir fırsat olduğunu kabul etmemiz gerekir.
Yine de ileriye dönük baktığımız, tablo hiç karamsar değil. Sözettiğim prensiplerin, aslında iş ve gelir modelleri açısından üreteceği değeri kavrayan şirketler bu doğrultuda adımlar atmaya başladılar.
Bir sonraki yazımda bu konuyu, yani topluluğun gücüne, demokrasiye ve bu prensipleri besleyen kesintisiz medya tüketiminin ticari boyutta da neden anlamlı olduğunu biraz daha detaylı aktarmaya çalışacağım.