‘ABD’de Yaşayan En Etkili Türkler’ arasında yer alan tanınmış mimar, tasarımcı ve sanatçı Güvenç Özel, hatırlarsanız Ocak ayında düzenlenen Consumer Electronics Show (CES)’da Togg için yapay zeka ile sanatı bir araya getirmişti. Özel’in, ‘Kelimelerin Anlamlarının Görselleştirilmesi’ temasıyla yaptığı dijital çalışma insan ve teknolojiyi merkeze aldı. Güvenç Özel’in yeni eseri “Arayüz”, metin girişlerini sürekli görüntüye dönüştüren yeni bir yapay zeka algoritması kullanılarak oluşturuldu. Böylece Özel, Togg'un USE CASEMobility yaklaşımını en iyi tanımlayan anahtar kelimeleri vurgulayarak sanata dönüştürüyor.
“Arayüz”, her biri Togg'un ulaşım, şehircilik ve güncel yaşamla ilgili teknolojik yaklaşımlarını vurgulayan; Sizden Gelişen Bir Dünya, Sizinle Konuşan Bir Araç, Sizi Canlandıran Enerji ve Sizi Anlayan Bir Şehir isimli 4 bölümle sergileniyor.
Güvenç Özel’in Togg ile iş birliği kapsamında hayat verdiği yeni dijital eseri Togg Gemlik tesislerinin duvarlarından birini de süslüyor. Böylece Togg'un "Fabrikadan daha fazlası" mottosu hayata geçmiş oluyor. Eser, 20 metre yüksekliğinde 200 metre genişliğinde toplam 4 bin 200 metrekarelik bir alana uygulandı. Togg’un vizyonundan ilham alan bu proje aynı zamanda dualiteyi yeni bir ifade biçimi kullanarak dijital ortamda aktarıyor.
Marka ile iş birliklerine devam edecek Özel’in Togg iş birliğini, yapay zekayı nasıl tanımladığını, mimari eserlerde yapay zeka kullanımını, yapay zeka ve sanatçı ilişkisini konuştuk.
Güvenç Özel'in Yale Üniversitesi'nden Frank Gehry ofisine uzanan hikayesi ve Arayüz eseri
“Arayüz”, metin girişleri tarafından kontrol edilen yeni bir üretken makine öğrenimi algoritması kullanıyor. Algoritma, Togg tarafından yazılan metinleri yorumlarken bir yandan da sürekli görüntüler üretiyor. Böylelikle veri setinde birbiriyle ilişkili görüntüler hayat bulmuş oluyor. Özel, kendi oluşturduğu storyboard'lar aracılığıyla algoritmayı yönlendiriyor ve oluşturduğu görüntülerden tahminde bulunmak için sistemi kodluyor. Ek bir hesaplama işlemiyle, oluşturulan 2B görüntüler bu şekilde 3B dünyaya dönüştürülüyor. Özel'e bu üretimi hayata geçirmesinin ne kadar zaman aldığını, yapay zeka ve makine öğreniminin yanı sıra hangi teknolojilerden yararlandığını sorduğumuzda, soruyu şöyle yanıtlıyor:
22 Senedir ABD’deyim, lisans düzeyinde sanat ve Yüksek lisans düzeyinde de Mimarlık eğitimi aldım. Mimarlık eğitimimde Yale Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra, ABD’li mimar Frank Gehry’nin ofisinde çalıştım bir süre ve orada da yaptığım en büyük proje Paris’teki Louis Vuitton sanat müzesiydi. İlk olarak sanat okuduğum zamanlarda dijital sanat ile işler çıkarmaya başladım. Mesela projeksiyon bazlı dijital sanat işim 1999 senesine tekabül ediyor. 23 senedir ben, dijital sanat ve açıkçası dijital dünya ile fiziksel dünyanın kesişimi ve insanların bu iki dünyayı deneyimlemesi üzerine kafa yoruyorum, çalışmalar yapıyorum.
Bahsettiğiniz Arayüz isimli çalışma daha Makine Öğrenimi odaklı bir çalışmaydı. Makine öğrenimi teknolojilerinin de sanatsal açıdan kullanılmaya başlanması, sanatçılara veya bununla ilgili çalışma yapmak isteyen insanlara sunulmuş olması 2016 senesine tekabül ediyor. Ben de son 15 senedir aynı zamanda akademisyenlik yapıyorum. Son 10 senedir UCLA’de bir araştırma laboratuvarım var. Burada dijital dünya ile fiziksel dünya arasında hem sanatsal hem pratik bir çok proje üretiyoruz. Makine öğrenimi teknolojileri ilk olarak ortaya çıktığından beri, biz bununla hem pratik anlamda insanların mekanlarla etkileşime geçirmesi, hem de yeni bir estetik yaklaşım çıkarılması üzerine araştırmalar yapıyoruz.
Arayüz isimli eserin diğer Makine öğrenimi ve yapay zeka ile üretilen işlerden ayrıştığı belli noktalar var. Bunlardan bir tanesi; 2021 yazında ortaya atılmış bir teknoloji ve biz de o teknolojiyi hemen araştırmalarımızın içine dahil ettik. Dil bazlı bir teknoloji yani normal iletişim kurduğumuz dil ile imajlar arasında belli bir süreklilik sağlayan, yapay zekanın kelimelerin anlamları üzerine ne şekilde görseller üretebileceğiyle ilgili bir algoritma. Fakat bir yandan da makine öğrenimi ile yapılan diğer işlerden ayrışma noktası, şurada devreye giriyor: Ben sadece algoritmanın sanat üretmesi gibi bir yaklaşımı çok fazla benimsemiyorum. Ben her zaman insanla teknoloji arasında sürekli bir iletişim, sürekli bir değişim, sürekli bir karşılıklı diyalog olması gerektiğine inanıyorum. Biz bu algoritmayı aldık ve şu şekilde programladık. Ben elle bir takım kolajlar ve çizimler ürettim, Togg’un bana sunduğu hem çevre hem estetikle hem de insan ve teknoloji arasındaki ilişkilerle ve onların iş modeliyle ilgili bir takım kelimelerin bana ne şekilde çağrışımlar yaptığıyla ilgili elle bir takım işler ürettim. Bu işleri algoritmaya yükledik. “Bu noktadan esinlenerek başla” şeklinde programladık. “Bu kelimelerle birlikte kobine et” şeklinde yaklaştık. Çıkan sonuçları yeniden aldık. Mesela belli çıktılar aldım ben ve bu çıktıları yeniden elle manüpile ettim, yeniden kendi sanatsal yaklaşımımla şekillendirdim. Sonrasında yeniden algoritmayı besledik. Sürekli insanla makina arasında yaratıcı bir diyalog kurulması şeklinde bir özelliği var. Bu çalışmanın, yapay zeka ve makine öğreniminin sanata entegre edilmesi konusunda anlamlı bir diyalog başlattığını düşünüyorum.
Teknolojiyle harmanlanmış estetik bir ekosistem: mimari, sanat ve ulaşım
Şimdiye kadar dijital sanat eserlerini mekanlarda ve sergi alanlarında gördük. Mobilitenin dijital sanat ile etkileşimi, izleyicinin sanat tüketimini nasıl değiştiriyor?
Aslında mobilitenin hem mimari hem de sanatla çok eskiye varan belli bir bağlantısı var. Fakat özellikle son dönemde, özellikle elektrikli araçlar ve otonom araçlar gibi yeni teknolojilerin ortaya çıkmasıyla, aslında teknoloji, mimari, mobilite ve sanat arasında bir köprü haline gelmiş oldu. Bu, hem arayüzler arasında - ki işin adı da bu nedenle Arayüz- mimari de bir arayüz, sanat da aslında kültürel bir arayüz içinde gezdiğimiz arabalar da bizi belli mekanlardan başka mekanlara taşıyan arayüzler haline gelmeye başladı. Bunun sonucu olarak bu arayüzde bir devamlılık olması gerekiyor.
Togg ile iletişimimiz başlamadan önce 2014 senesinde bir pilot proje yaptık. Tesla ve LA Belediyesi teknoloji ofisi ile ortak bir projeydi bu. Mekanla araç arasında hem kullanıcı açısından hem de estetik açıdan arayüzlerin devamlılığını nasıl sağlayabiliriz? Ve bunun şehirle etkileşimi nedir? Mesela otonom araçlar sayesinde otopark ihtiyacı azalacak, çok katlı binaların üstüne insanları asansör gibi taşıyabilecek hale gelebilecek bu da aslında şehirsel yapıyı çok kökten etkileyecek bir takım değişiklikler. Biz, bunlarla ilgili belli senaryolar geliştirdik. Bu senaryolar hem arayüz olarak yani insanların gördüğü ve teknolojiyle etkileşime geçtiği ekranlar bazında hem de mekansal anlamda işlendi. Bu nedenle aslında bu çalışmayı, o yaptığımız araştırmanın sanatsal uzantısı olarak da değerlendirebilirsiniz. Çünkü bence günümüzde teknolojiyle sanat çok iç içe, aynı zamanda teknolojiyle kullanım çok iç içe, mekanla teknoloji ve bunların bir ekosistem olarak algılanması gerekiyor. Yani teknolojiyle harmanlanmış estetik bir ekosistem bu: mimari, sanat ve ulaşım.
Güvenç Özel'in didaktik tanımlamaların ötesinde; yapay zekayı nasıl tanımladığını da merak ediyorum. Özel, yapay zekanın bizim kültürel, estetik ve sosyal değerlerimizi anlayabilecek bir kapasitede olmadığını belirtirken aslında bizim o değeri yapay zekaya yansıttığımızı ifade ediyor:
Bizim aslında bilimkurgu filmlerde gördüğümüz ölçekte bir yapay zeka şu anda hayatımıza girmiş değil. Fakat görünmez sistemler aracılığıyla aslında yapay zeka aynı zamanda her yerde. Bu yapay zekadan beklentimizle ilgili bir şey. Birincil olarak yapay zeka bizim kültürel değerlerimizi, estetik değerlerimizi, sosyal değerlerimizi anlayabilecek bir kapasitede değil. Biz aslında o değeri yapay zekaya yansıtıyoruz. Sanki anlıyormuş gibi bir yorumda bulunuyoruz. Bu nedenle sanatla yapay zeka arasındaki etkileşim çok önemli. Oradaki kültürel çerçeveyi, işin anlamını aslında sanatçı belirliyor. Makine öğrenimi de bir araç, nasıl 3D modelleme tasarımcılara yardımcı olan bir araçsa, nasıl Photoshop gibi imaj manüplasyon yazılımları sanatçıların işlerini son 20 senedir kökten etkilemişse; bu da bizim çalışma şeklimize çok büyük katkısı olacak yeni bir araç aslında. Fakat biraz önce bahsettiğim gibi buradaki bence en önemli unsur, yaratıcı prosedüre katkısı olan bir araç haline gelmiş oluyor, diğer yazılımlardan bence en büyük farkı o. Mesela siz belli konseptleri belirliyorsunuz, bu konseptlerin çeşitli versiyonlarını Yapay Zeka aracılığıyla üretebiliyorusunuz. Bunlar arasında sizi en tatmin eden seçeceği seçip onu geliştirmeye yönlenebiliyorsunuz. Aynı seçenek diğer tasarım programlarında yoktur. Bu nedenle aslında öncelikle fikrin yine sanatçıdan yani insandan gelmesi gerekiyor. Bu fikri daha zengin hale getirmek konusunda belli bir katkısı olabiliyor ancak yapay zekanın. Bu nedenle biraz önce bahsettiğim gibi teknoloji ile insan arasındaki iletişim, yapay zeka ile sanatçı arasında sürekli döngülü bir iletişim olması işi zenginleştiriyor. Yoksa bir işin sadece otomasyon aracılığıyla birçok versiyonunun üretilmesi sanatsal açıdan bence çok fazla bir şey ifade etmiyor.
Mimari eserlerde yapay zeka kullanımı
Özel'e dijital sanatın ötesinde mimari eserlerinde yapay zeka ve makine öğreniminden nasıl faydalandığını sorduğumda şöyle yanıtlıyor:
Yapay zekanın bence hem pratik hem de estetik anlamda 2 tane uygulaması var. Pratik anlamda uygulaması, mesela sensörler aracılığıyla binaların akıllı hale getirilmesi ve insanların kullanımı açısından çeşitli seçenekler sunması ve seçenek ihtiyaçlarına göre dinamik bir şekilde bunlara cevap verebilmesi. Bir tanesi de tasarım kısmında; hem binanın tasarımı, hem binanın deneyimlenmesi kısımlarında daha estetik bir çerçeve içinde kullanımı var. Biz bu iki kullanım için de hem araştırma projesi olarak hem uygulama projesi olarak hem ofisimde hem de akademik araştırma tesisinde çok çeşitli uygulama çalışmaları yapıyoruz. Bunların çerçevesinde son 10-15 sene içerisinde zaten hem uygulama hem de tasarım aşamasında Nasa, Google ve Microsoft gibi bir çok kuruluş ile çalışma fırsatı elde ettim. Bunların çeşitli, farklı uygulama şekilleri var, problemin tanımlaması aşamasında araştırmayı o şekilde yönlendirebiliyoruz.
Tasarımcıların üretim sürecinde problem çözme, kompozisyon, estetik, doku ve duygu gibi kaygılar yer alıyor. Ancak yapay zekanın ürettiği eserlere baktığımızda veri tabanlı çağrışımların öne çıktığını görüyoruz. Buradan hareketle yapay zekanın bilinçli tasarıma etkisi nasıl olacak?
Bununla ilgili şöyle ilginç bir olgu ortaya çıkmaya başladı. Eğer siz bir sanatçı ya da tasarımcı olarak yapay zekayı kullanmak istiyorsanız, bir yandan da bilişim konusunda bilgilenmeniz gerekiyor. Ben, var olan veri tabanlarının kullanılmasından öte veri tabanı oluşturma konusunda da araştırmalar yapıyoruz ekip olarak. Bizim istediğimiz sonuçları verebilecek veya bizim kendi konumuzla ilgili veri tabanları oluşturmaya çalışıyoruz. Bu veri tabanları o zaman bizim belirlediğimiz parametreler üzerinden bize seçenekler sunmaya başlıyor. Bu nedenle zaten biraz önce bahsettiğim gibi bu prosedür, tasarımcı tarafından yönlendirilmesi çok önemli olan bir prosedür. Yoksa çıkan sonuçlar estetik olarak özellikle, yapay zeka ve sanat dediğimizde 4 senelik bir geçmişi var bu işin. Bunun ilk örneklerinde herkes deneysel bir yaklaşım içerisindeydi. Şimdi şu anda biz bu işlemlerin, bu prosedürlerin, hem yaratıcı hem de fonksiyonel olarak nasıl yönlendirebileceğiyle ilgili baya bir deneyim kazandık aslında. Bu da bilişimle sanatın, bilgisayar mühendisliği belki de bu, sanatçının kesişmesi anlamına geliyor. Bir çok disiplinin bir arada çalışmasını gerektiren bir ortam ihtiyacı gerektiriyor.
Togg’da da mobilite ekosistemiyle ilgili ortaya atmak istedikleri, Türkiye’de ve Dünya’da gerçeğe dönüştürecekleri bir çok proje aşamasında hem asarı konusunda hem estetik dil açısından hem de aynı zamanda mekanla araç ve mobil teknolojiler arasındaki arayüz devamlılığı açısından bir takım çalışmalar yapıyoruz. Bunlar hem hem çok teknik hem de çok estetik bir çok özelliği içinde barındıyor. Şu anda bunlarla hem orta vadeli bir çok projeyi beraber geliştirmeye çalışıyoruz. Aslında hem CES’te gördüğümüz hem de cephe uygulamasında göreceğimiz bu iki projede de bunların görsel dışavurumlarını görebiliyoruz.
Dall-e ve Midjourney gibi araçların daha geniş bir ölçekte faaliyet göstermesiyle yapay zekanın sanata etkisi yoğun bir şekilde konuşuluyor. Bu bağlamda uzun vadede sanatın "zanaat" olarak değerlendirebileceğimiz emek yoğun kısmı ile dijital sanatın ayrıştığı ve buluştuğu noktaları yorumlar mısınız?
Bu tür araçların herkese açık bir şekilde büyük bir avantaj ve kazanım, sanatın değerinin nerden geldiğiyle ilgili bir takım soru işaretlerine insanın aklına getiriyor. Fakat bu diyalog tabi ki aslında 20.yy’ın başından beri yaşanan bir soru işareti. Belki de sanat tarihine baktığımızda; çok fazla detaya girmek istemiyorum ama Marcel Duchamp’ın bulunmuş bir lavaboyu yani endüstriyel olarak üretilmiş bir şeyi sanat objesi olarak sunmasından itibaren, aslında sanatın ne şekilde üretilmesi gerektiği ve sanatın değeri konusunda zaten 150 seneye yakın bir tartışma içindeyiz. Bence burada önemli olan yine amaçta ortaya çıkıyor. Yani sanatçının amacı ne, bunun toplumla olan ilişkisi ne, bunun anlamı ne? Daha ileriye gitmek için ve kafamızda kalıplaşmış belli düşünceleri sorgulamaya yönlendirmesi açısından için ben bunu çok faydalı buluyorum. Fakat bir yandan da söylediğim gibi, bizim Arayüz işimizle ilintilendirirsek, aslında Arayüz’de kullanılan algoritma Dall-e’de veya Midjourney’de kullanılan algoritmanın atası.
Burada asıl önemli olan biraz önce bahsettiğim gibi sanatçıyla teknoloji arasındaki iletişim. Sanatçıyla teknoloji arasındaki kullanım açısından ve fikrin geliştirmesi açısından bu yeni aracı sanatçı işine nasıl entegre ediyor? Nasıl kendi fikirlerini daha zenginleştirmesi için kullanıyor. Bu da aslında algoritmanın sorumluluğunda olan bir şey değil, bizlerin sorumluluğunda olan bir şey. Bu nedenle ben açıkçası her algoritma ile yapılan etkileyici işin sanat olmadığını düşünüyorum. Bunu biz toplum olarak neyin değerli olup olmadığına bu süreç zarfında karar vereceğiz.
Plastik sanatlar ve edebiyat yapay zeka ile tekrar bir araya mı gelecek?
En çok merak ettiğim konu ise betimlemelerin plastik sanatı ve sanatın tamamını nasıl etkileyeceği. Sanatın yeni yolu yapay zeka destekli betimlemeler ise sizce uzun vadede plastik sanatlarla edebiyat birleşmeye mi başlayacak?
Çok güzel bir soru. Aslında bu birleşim tarihsel olarak vardı. Fakat sanatçının profesyonelleşmesi sonucunda bir ayrışım oldu. Mesela rönesanstan itibaren modernizme gelinceye kadar, sanatçıların üretim spektrumuna bakarsak; bu üretim içerisinde yazı da var, edebiyat da var, resim de var, heykel de var, mimari de var. 20.yy’da sanat dallarının disipliner bir şekilde ayrılması sonucu bence; belki de yaratıcı insan, belli üretim kalıplarına sokulmaya zorlandı. Belki de bu kalıpların ortadan kalkması, daha güzel bir yaratıcı üretim modeli olarak ortaya çıkabilir. Çünkü biraz önce bahsettiğim gibi; insanla teknoloji arasındaki iletişim aslında burada çok kilit bir hal alıyor. Teknolojik bir takım üretim mekanizmalardan anlayan veya bunlarla ilgilenen insanlar, aslında bir çok dalda üretim yapabiliyor. Buna müzik de dahil, görsel sanatlar da dahil, buna mimari de dahil. Bu nedenle bana siz mimar mısınız, sanatçı mısınız yoksa teknoloji geliştiren bir insan mısınız diye sorduklarında; kimsenin uzmanlığını değersizleştirmeden “Aslında hepsiyim.” diyorum. Ama aynı zamanda bir mühendis değilim. Mesela teknik olarak bir problemin çözülmesi konusunda da bir uzmanlık gibi bir iddiam yok. Fakat kültürel anlamda bunların eş değerli bir şekilde üretilmesi, bizim teknolojiyle ilişkimizi eşdeğerli bir şekilde algılayabilmemiz bence çok değerli bir kazanım.
Sizce bu araçların kullanımının yaygınlaşmasıyla tasarım yalnızca betimleme üzerine mi kurgulanacak?
Aslında betimleme dediğimiz zaman, her şey öğrenilmiş bir takım deneyimler üzerinden gidiyor. Dünyada hiç kimse daha önce deneyimlenmemiş bir şeyi ifade edemiyor. Yani insanın hatıraları üzerinden yaratıcı bir birikim oluşturabiliyoruz ve bunların çeşitli varyasyonlarını ortaya çıkararak hem estetik hem deneyimsel bir takım olgular ortaya çıkarabiliyoruz. Bu nedenle yeniden sanat tarihine baktığımız zaman, mimari tarihine baktığımız zaman, aslında hiç birimiz sıfırdan bir şey yapmıyoruz. Her zaman bizden bir önce gelen insanın omzuna, onların desteğiyle, onların ürettiği şeylerin üzerine belli şeyler katarak ilerliyoruz. Aslında bu insan deneyiminin tekliğini bence ifade ediyor. Şu andaki en önemli kolektif deneyimimiz de teknoloji. Hem bizi bağlayan hem bizi ayrıştıran, hem sosyal ilişkilerimizi organize eden araç teknoloji. Bu nedenle teknolojinin yansımaları; bu sanat üretimi olabilir, medya üretimi olabilir, otomasyon olabilir; hepsi aslında aynı sistem üzerinden gidiyor. Bu da bizim kollektif uygarlığımız, ortak ürettiğimiz bir şey. O nedenle Dall-e gibi Midjourney gibi platformlara bir çok insanın katkıda bulunması, bunlar aracılığıyla bir çok insanın estetik üretime katkıda bulunmasının değerli bir şey olduğuna inanıyorum. Bunların özünde aynı yazılım var. Biz aslında aynı şeylerin farklı yansımaları üzerinden çeşitli çalışmalar yapıyoruz, çeşitli yaklaşımlar üretiyoruz.
Arayüz eserinde 2D görselleri, 3D'ye dönüştüren bir yapı mevcut. 3D ve mimari eserler üreten biri olarak, sanal gerçeklik odaklı metaverse mimarisi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu alandaki ön görülerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Cep telefonlarının hayatımıza girmesi belki 1995 senesine tekabül ediyor. Akıllı telefonlar da 2000’li yılların başında, yani son 20 senedir aslında 2 boyutlu arayüzler aracılığıyla birbirimizle iletişim kuruyoruz. Ticareti bu arayüzler yönlendiriyor, bunların hem görünmeyen bir takım tarafları var. Bir de bizim günlük olarak iletişime girdiğimiz, 2 boyutlu arayüzler var. Bence bu arayüzlerin en büyük problemi 2 boyutlu olması ve insanları 2 boyutlu bir ekrana bağlıyor olması. Belki de bu teknolojilerin hem bilgisayar ekranı bazlı hem mobil teknoloji bazlı, en bizim yapımıza uymayan tarafı bu. Biz mekansal varlıklarız, biz mekanda var olan birbirimizle 3 boyutlu ortamlarda etkileşime geçmeye alışık bir türüz. Bence 2 boyutlu ortam bize uymuyor.
İnsanlar yine bilimkurgunun getirdiği bir takım felaket teorilerinden yola çıkarak Metaverse’den veya sanalgerçeklikten korkuyorlar, bence Metaverse dediğimiz şey, bizim doğamıza daha uygun. Bu sistemlerin insan etkileşimine, insan sosyalleşmesine daha uygun ortamlar olduğuna inanıyorum. Bu nedenle de bu teknolojik gelişmenin çok pozitif tarafları olacağına inanıyorum. Bizi 2 boyutlu arayüzlerin sınırlamasından kurtaracaktır, bu teknolojiler geliştikçe daha doğal bir şekilde iletişime geçmemize olanak verecektir.
İlk Yorumu yazmak ister misiniz?
Yorum Yazmak için Giriş Yap