Facebook'un Cambridge Analytica krizi sonrasında kullanıcıların veri gizliliği ve güvenliği konularında daha dikkatli olmaya çalıştıklarını söylemek mümkün. Ancak insanlık olarak bizim için oldukça yeni olan sosyal ağların ve son süratle ilerlemekte olan teknolojinin üzerimizdeki gücünü ve yetkisini azaltmak öyle basit önlemler alarak gerçekleşmeyecek. Netflix'in yeni belgeseli The Great Hack'in kullanıcılara detaylı bir bakış açısı sunduğunu söyleyebiliriz.
Belgesel, Cambridge Analytica'nın perde arkasını gözler önüne sererken kullanıcı verilerinin gizliliğinin insan hakları kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini de ele alıyor. Cambridge Analytica krizinde tam olarak neler olduğunu inceleyecek vakiniz olmadıysa, belgesel üzerinden her bir aşama hakkında detaylı bilgi alabiliyorsunuz.
Belgeselin, anlatım olarak sadece teknoloji dünyasındakilere değil son kullanıcılara da hitap edebilecek nitelikte hazırlandığını söyleyelim. 3D görselleştirmelerle, kendinizi sosyal ağların işleyiş prensibinin ya da veri bulutlarının içinde gezinirken bulabiliyorsunuz. Belgeselin görsel anlatım ağırlıklı olması, Cambridge Analytica şirketinin ülkelerin kaderinde nasıl ve ne seviyede bir rol oynadığını açıkça ortaya koyuyor. Yayınlanan anketlerin arka planı, verilerin işlenme süreci, kullanıcılara gösterilen reklamların niteliği ve izlenen manipülasyon stratejileri konusundaki teknik detaylar ise görselleştirmeler sayesinde kolayca anlaşılabiliyor.
Belgesel ağırlıklı olarak Facebook ve Cambridge Analytica ilişkisi, Cambridge Analytica'nın başta Brexit ve Trump Başkanlık seçimi kampanyalarındaki rolü ve kullanıcıların nasıl manipüle edildiğine odaklanıyor. Açıkçası yapımcıların tüm bu süreci anlatırken olayın farklı taraflarını belgesele dahil etmesi, konu hakkında gerçekten detaylı bir bakış açısına sahip olmanızı sağlıyor.
Hikayeyi Cambridge Analytica'da üst düzey yönetici olan Brittany Kaiser, Guardian'da çalışan gazeteci Carole Cadwalladr, Cambridge Analytica eski çalışanı Chris Wylie, Cambridge Analytica ve SCL'in eski COO ve CFO'su Julian Wheatland ve kampanyada kullanılan verilerini geri almak için CA'ya dava açan Profesör David Carrol tarafından dinliyoruz.
Belgeselde, Cambridge Analytica'nın Afganistan'daki psikolojik savaşlarda şekillendirdiği stratejiyi, ABD, Birleşik Krallık, İtalya, Arjantin Nijerya ve sayısız ülkedeki karasız ya da apolitik vatandaşları istedikleri yöne çekmek için nasıl kullandığını açıkça izleyebiliyorsunuz. Dezenformasyon, yalan haberler ve ikna edici propogandalarla bir çok ülkenin kaderini değiştiren Cambridge Analytica bizlere demokrasini uzun yıllardır rafa kalktığını açıkça gösteriyor.
Belgesel, görsel anlatımı ve karakter çeşitliliğiyle göz doldursa da bir buçuk saatten uzun süren belgeselin, bir kaç bölümden oluşmasını arzu ederdim. Böylece Brittany Kaiser'in Obama kampanyası dönemine ve uzun yıllar insan hakları lobiciliği yaptıktan sonra onu Cambridge Analytica'ya iten faktörleri daha detaylı görebilirdik.
Aynı şekilde Chris Wylie'nin Cambridge Analytica ile yaşadığı çıkar çatışması, Trump'ın Alamo kampanyasındaki yalan haber ve dezenformasyon üretim süreci daha detaylı işlenmesi de izlemek isteyebileceğimiz detaylar arasında yer alıyor.
Görünen o ki; 90'lı yılların sonundan günümüze uzanan Cambridge Analytica ve SCL hakimiyeti, sadece ülkelerin değil küresel olarak dünyanın siyasi yapısını değiştirmekte aktif rol oynadı. Yine de patlayan bu krizin son kullanıcı olarak hayatımızda pek bir şey değiştirdiği söylenemez. Sosyal ağlar, platformlarındaki yalan haber ve dezenformasyonların önüne geçmekte zorlanırken, kullanıcıların büyük çoğunluğu dijital okur yazarlıktan uzak olduğu için gördükleri hemen hemen bütün içeriklere sağduyu ile değil, ani bir refleksle cevap vermeye devam ediyor.
İlk Yorumu yazmak ister misiniz?
Yorum Yazmak için Giriş Yap