Web2 heyecan vericiydi çünkü insanlar artık pasif kullanıcı olmaktan çıkmış, aktif kullanıcılar haline gelmişlerdi. Artık yeni nesil bu platformlarda kendi içeriklerini üretebiliyor ve bu içerikler etrafında insan toplayabiliyorlardı. Böylece bizlerin ürettiği bu içerikler Facebook, Instagram ve Twitter gibi platformların can damarı haline geldi ve bu sosyal ekonominin ürettiği gelirden çok büyük bir pay aldılar.
Web2 heyecan vericiydi çünkü müzisyenler kapı kapı plak şirketi dolaşıp bir de üzerine zorlu şartları kabul etmek zorunda kalacağına kendi kitlesine Spotify üzerinden ulaşma şansına erişti. Enteresan yetenekleri olanlar, meslek duayenleri, müzisyenler ve her türlü içerik üreticiler YouTube’da kendi kitlelerine ulaşıp gelir elde etme şansına ulaştı. Yazarlar yazdıkları kitapları kârlı bulup yayınlayacak yayınevlerini aramaktansa Amazon’da kendi kitaplarını yayınlayabiliyordu artık. Ancak yine, bu platformlar pastanın en büyük dilimini alan taraf oldu. Televizyon devlerinin, plak şirketlerinin, yayınevlerinin yerini Web2 platformları aldı.
Web3’ün yeri
Web3’ü kısaca, Web2’de becerilemeyen niyeti gerçekleştirme potansiyeline sahip olan versiyon olarak tanımlayabiliriz. Sosyal sermayenin ekonomik sermaye haline geldiği günümüzde (hatırlarsanız, kitlenin en değerli varlıklardan biri olduğunu söyleyip duruyorum) artık sermaye sadece sermayedarlar, aracılar ve yatırımcılara has değil, hemen herkesin yaratabileceği bir değer haline geldi. Belki de 1968 yılında Andy Warhol “Bir gün herkes 15 dakikalığına dünyaca ünlü olacak” derken kastettiği buydu. Markalaşmanın özünü bulmaya çalışan sanatçı aslında bir bakıma ressam, film yapımcısı ve yazar olarak kendi kendisinin markası haline gelmişti. Pop-Art’ın da yaratıcısı olan Andy Warhol Web3 zamanında yaşasaydı neler olurdu?
Hemen herkesin “ben şu grubu/kişiyi ünlü olmadan çok daha önce biliyordum” diyen bir arkadaşı vardır. Ben de o arkadaşlardan biriyim ve benim durumumda bu grup Oriental Blues yapan Türk müzik grubu Luxus oluyor. Eğer Luxus’u tanıdığım ünsüz yıllarında Luxus kendisini temsil eden bir token çıkarsaydı (mesela $LUX olsun), iyi müzik yaptıklarını bildiğim eski bir hayranı olarak bu tokenlerden bir miktar alırdım.
Böylece $LUX’un değeri temelde LUXUS grubunun değeri etrafında dönmüş olacaktı. Yani LUXUS grubu daha çok tanındıkça ve sevildikçe, bir başka deyişle bir marka olarak daha çok yatırımcıya ulaştığında $LUX’un hem değeri artacak hem de LUXUS grubu albüm çıkarmanın maliyetini kendi yatırımcıları vasıtasıyla fonlamış olacaktı. Üstelik herhangi bir plak şirketinin dayatmasına da maruz kalmamış olacaktı. LUXUS aynı zamanda yatırımcılarını cezbetmek için token sahiplerine türlü avantajlar sağlayabilirdi: Albüm gelirlerinden belli bir pay, konser sonrası kulis ziyareti, imzalı poster ya da t-shirt veya konserlerine en ön sıradan bilet alma hakkı gibi. Böylece konser mekanına en çok parayı veren değil; erken yatırımcılar, bir başka deyişle LUXUS’un en sıkı hayranları ön sıralara hak kazanmış olurdu. Bu yaklaşım, özellikle son yıllarda konser ve festivallere gelip sahnedeki sanatçıyla ilgilenmeyen, hatta saygı duymayan, böylece sanatçının sahne performansını da olumsuz etkileyen bir kitleyi bertaraf edebilirdi.
Ekonomik değerler yeniden şekilleniyor
ABD halkının sadece yarısı borsayla şöyle ya da böyle ilişkide bulundu. Gelir sınıfının en altında bulunan yüzde 20’lik kesimin sadece yüzde 15’i borsa ve yatırımla ilgileniyorken, en üst gelir sınıfında bulunan yüzde 10’luk kitlenin yüzde 92’si yatırımı hayatlarının vazgeçilmez bir parçası haline getirdi. Şimdi ise her geçen gün daha çok insan yatırımcı sıfatı kazanıyor. Üstelik bu yatırımlar artık sadece şirket hisseleriyle sınırlı değil; sanatsal ürünler, sanatçılar, insanlar, koleksiyon parçaları, bilgisayar oyunları gibi oldukça geniş bir skalaya sahip.
Bugünün gençliği, ister pandemiden dolayı deyin ister farkındalıktan, artık geleneksel anlamda günlerini aylarını yıllarını sabah 9’dan akşam 5’e bir şirkete maaş karşılığı harcayarak geçirmek istemiyor. 20 yaşındaki yeğenim “neden asgari ücretli bir işe gireyim ki? Ben o parayı zaten bir iPhone satarak kazanıyorum” dediğinde annesinin hak vermekten başka çaresi yoktu. Çünkü yeğenim çok doğru bir noktaya parmak basmıştı. Artık eskisi gibi sigortalı olarak bir şirkete girip kendilerini güvenceye almak ya da kariyer yapmak istemiyor yeni kuşak. Belki de bu kuşak yıllarını üç beş kuruş için ziyan etmenin pek de güvenli bir liman olmadığını anlamış olabilir. Nihayetinde bir insanın hayali varsa ve bunu gerçekleştirmek için adım atmaya hevesliyse, kendi kaderini çizebilecekken neden üst sınırı belli bir maaşla yetinsin ki?
Gallup’ta yayınlanan araştırmaya göre ABD’deki öğrencilerin yüzde 77’si kendi işlerinin patronu olmak istiyor. Yüzde 45’i ise kendi şirketini kurmayı planlıyor. Bu gençlerin yüzde 90’dan fazlası risk almaya da hazır.
19 yaşında 25 milyon takipçisiyle TikTok yıldızı olan Josh Richards ve 20 milyon takipçisiyle Bryce Hall’un Red Bull’un marka elçiliği teklifi için flörtleşip sonrasında da teklifi reddedip kendi enerji içeceği markalarını çıkarması, yukarıda anlattıklarıma en güzel örneklerden biri. Çünkü neden vakitlerini ve enerjilerini bir başkasını daha da zengin etmeye harcasınlar?
Tabii ki sistemi dizayn ederken herkesin bir yatırım aracı olması ile insanlık arasındaki çizgiyi korumak son derece önemli. Konunun ucu oldukça açık olsa da kişisel fikrim en iyi yatırımın sanata ve kültüre olan yatırım olacağı yönündedir. Böylece pop kültürü tekrar eski kalitesini kazanırken yatırımcılar da kazanacaktır. Diğer türlü önümüze ne konursa onu yemeye devam edeceğiz.
Özetle, bana öyle geliyor ki Bitcoin’in ve blockchain’in yaratıcısı Satoshi Nakamoto’nun ekonomik eşitlik hayali yavaş yavaş gerçeğe dönüşüyor. Ne dersiniz?
İlk Yorumu yazmak ister misiniz?
Yorum Yazmak için Giriş Yap