Osman Sonant ile dijital yayıncılık odağında bir röportaj

Osman Sonant ile dijital yayıncılık odağında bir röportaj

Puhu TV’de bugün final bölümü yayınlanacak olan Fi dizisindeki Sadık Murat Kolhan karakteriyle bir fenomene dönüşen, Leyla ile Mecnun dizisinde Yavuz Hırsız rolüyle ise seyircilerin sevgisini kazanan biri o. Onur Ünlü’nün YouTube projesi Görünen Adam’da da farklı performansı ile öne çıkan Osman Sonant ile dijital yayıncılığı, dizi sektörünü ve sansürü konuştuk.

Tuğçe İçözü: Puhu TV ilk internet dizisi olarak Fi’yi çıkardı. Senin için bir internet dizisinde yer almanın televizyon dizisinde yer almaktan farkı nedir?

Osman Sonant: İçerik farkı var. Daha farklı bir içerikle izleyici karşısına çıkma şansın var. Yani en azından Fi’de öyle oldu. Sansürün daha az olduğu, hayatın içindeki bazı şeylerin daha fazla gösterilebildiği, denetimsiz olmanın özgürlüğünün olduğu bir ortamda – ki o da bitmek üzere – orada olmak daha avantajlıydı.

İkincisi artık televizyonla ilgilenmeyen genç bir kitle var. Şahsım adına diyelim ki 20 – 25 sene daha bu işi yapacaksam benim asıl izleyicim bugün aslında 18 – 25 ya da 13 – 25 yaş arasında. Bu izleyiciyi yakalarsam 25 sene boyunca beni izleyecek olan kitle onlar. Amacım bu izleyiciyi yakalamaksa; dijital bir platformda olmak daha doğru. Çünkü şu an elinde kumanda olan kitle 40 yaş üstü ve onlar bir süre sonra beni izleyemeyebilir.

Böyle baktığımızda beni asıl izleyecek ve benim bir işin içinde olmam ile birlikte pazarı temsil eden kitle, şu anda internette. Dolayısıyla dijital platformda yer alarak internetteki o yeni kitleye; o artık televizyon izlemeyen, bir şeyi televizyondan takip etmeyen ancak daha genç ve daha dinamik şeyleri seven, Netflix’e, Puhu’ya, Blu TV’ye ve daha bir çok farklı platforma ilgi duyan, bunlardan bir şeyleri takip etmeye çalışan kitleye ulaşmak bir avantaj.

Tabii daha mobilize olmak ve her yerde izlenebilmek de başka bir avantaj. Dijital yayıncılık sayesinde otobüste, iş yerinde molada, hayatın her anında her yerde izlenebiliyor oluyorsun. Öte yandan geleneksel yayıncılıkta ancak belli bir kanalda, belli bir günde, belli bir saatte izlenebiliyorsun ve bir daha izlenemiyorsun. Ya da işte o anki gibi olmuyor. O alışkanlıktan çıkmış olmak bir avantaj ama zaten ben Fi’den önce de Görünen Adam’da bu durumu kısmen yaşamıştım. O da YouTube’da yayınlanmıştı ama Fi daha genç bir izleyici kitlesine ulaştı.

T.İ.: Blu TV ve Puhu TV gibi yerel oyuncuların yanı sıra dijital yayıncılığın dünya çapında rekabetin gün geçtikçe arttığı bir pazar olduğunu görüyoruz. Amazon TV, Hulu, YouTube TV ve Facebook TV gibi oyuncuların yanı sıra bir süre önce Disney de 21st Century Fox’un film stüdyosunu ve TV ekipmanlarını alarak, piyasaya adım attı. Sence üretilecek olan içerikler, bu kalabalıkta hedef kitlesine ulaşabilecek mi? Türkiye’de alternatifler arttıkça izlenme oranlarının düşmesi söz konusu olur mu?

O.S.: Hedef kitle konusunda Türkiye’deki dijital yayıncılık platformlarının çoğu zaten belli yayın gruplarına ait ama yayın grubu televizyonculuk sırasında yönünü ya da yaklaşımını daha çok belli ediyorken, dijital platformlar yönlerini belli etmemeye çalışıyorlar şu anda. Yani bu platformlar daha çok herkese hitap etmeye çalışıyor.

İçerik ve içerik bolluğu konusuna gelince, televizyonda 8 tane ana kanal varsa, mecburiyetten o 8 ana kanaldan birini izleyeceksin. Yapacağın bir şey yok. İstediğin kadar zap yap, dönüp dolaşacağın o 8 kanal var. Bu rakam 38 kanala çıktığında bazı kanallardaki bazı işlerden haberinin olmasına imkân yok. Dijital yayıncılıkta da aynı şey söz konusu şu anda. Mesela ben Netflix izleyicisiyim ama yani Netflix’te bile şu anda daha haberim olmayan bir ton iş var. Ki başka bir platforma henüz üye değilim.

Platform arttıkça daha fazla iş ortaya çıkıyor ve o platformların kendi içlerindeki derin çukur büyüyor. Bu noktadan sonra oradaki bir şeyden ben nasıl haberdar olacağım? Beğenisi benimle benzer olan ya da bir yapımdan çok etkilenip bana bahseden insan sayesinde ben bir şey izleyebilirim. Böyle baktığında televizyonda geçerken 8 kanalın hepsinden birden haberdar olabilirim şu anda. Ama dijital platformlardaki büyüme devam ettikçe orada haberdar olmama imkân yok.

Bu neyi getiriyor? Bir iş eğer gerçekten çok iyiyse, kendini duyurur. Dolayısıyla Türkiye için de orası için de aynı şey geçerli. Ama orada önemli olan şey şu; Netflix, Blu TV, Puhu TV, Amazon TV, Facebook TV yani bunların hepsi bir yayın karakteri oluşturmaya çalışıyorlar şu anda. Ki şu anda bu platformların ağababası Netflix; bir karakteri var ve o karakterin dışına nadiren çıkıyor. Dış yapımlarda daha çok çıkıyor. Orijinal içeriklerinde hep oraya bağlı kalmaya çalışıyor. O bağlı kalmaya çalıştığı şey sıkıcı olmaya başladı mı acaba? Bence daha sıkıcı olmasına biraz var. Ama sıkıcı olmak için bile önce bir yayın karakteri oluşturman gerekiyor.

Mesela şu anda Puhu TV, Fi ile birlikte bir karakter oluşturdu. Fi onun karakteri oldu aslında. Ama çok farklı bir şey yaparsa o karakteri bozabilir. Bozarsa zenginlik mi olur çeşitlilik mi olur bunu bilemiyorum. Ama şahsi görüşüm her platformun kendine ait bir karakteri olması gerektiği yönünde. Her platform her telden çalarsa o zaman o platformların kendi yarattıkları bir evren olmayacak. Mesela bir Netflix evreni var şu anda. O evrene girdiğin zaman iyi kötü karşılaşacağın şeyleri biliyorsun ve daha güvende hissediyorsun. Eğer sevdiysen, orada konforluysan emin ol ki; senin konforunu çok bozmayan şeyler karşına çıkacak. Yani karşına çıkan şeyler seninle ilgisiz olmayacak.

Bu karakterize etme çok önemli. Türkiye'dekiler de dahil olmak üzere tüm dijital platformlar, kendi yayın karakterlerini oluşturmayı başardığında, kendilerine has kitlelerini oluşturarak ürettikleri içerikleri o kitleye ulaştırabilecek. Ancak platformlar arttıkça sadece ama sadece çarpıcı örnekler izleniyor olacak. Yani öyle “Seyircinin önüne Pazartesi günü saat 20.00’de ne koysam izlerler?” gibi bir zihniyet kalmayacak.

T.İ.: Sence bu noktada üreticiler içerik anlamında birbirinden farklılaşabilecek mi?

O.S.: Ben de ondan bahsediyorum. Şimdi mesela biraz gizemli bir şey yapmak istediğin de “Netflix kafası yani” diyorsun. Dolayısıyla o şansı kaybettin. Zaten artık sınırların var. Artık gizemli ve distopik bir şey yapacaksan mahvoldun. Çünkü zaten yapıldı o. Zaten yüzlerce yapıldı o platformun içinde; çünkü o karakterde gidiyorlar.

O yüzden diyorum; herkesin başka bir yayın karakteri bulup o karakterde yürümesi gerekiyor. Bunların arasında mesela Soap Opera da olabilir, sulu komedi de olabilir. Örneğin bütün içerikleri sulu komedi olan bir platform olabilir, tabii platform o riske girebiliyorsa. Üstelik başarı şansı daha fazla olabilir. Çünkü bir süre sonra dijital platformların birbirinin yayın karakterini kopyaladığı bir noktaya gelebiliriz.

Önceleri “Zaten onu onlar yaptı, zaten bunu bunlar yaptı.” diyerek başka dijital platformların yaptığı işlerle kendilerini sınırlandıran platformlar, bir süre sonra  “Abi orada tuttu biz de yapalım” diyebilir.

Ama onu söylemeye çalışıyorum. Kanalın ya da platformun karakteri insan gibi. Yani sen ona bir kere alıştıysan ve onunla görüşmek istiyorsan onunla bütünüyle barışık olduğun için görüşmek istiyorsun. Arkadaşının ufak hataları olabilir arada. Affedersin arkadaşını. O platform da senin arkadaşınsa ufak tefek hatalarını görmezden geleceksin ama bir duruşu olsun istiyorsun. Çünkü dostun o senin; kafanı açan, kafanı dağıtan bir arkadaşın gibi karşında. O platform “Bak sana şöyle bir hikâye anlatacağım.” Diye sana geliyor aslında. Sen yalnız kalıyorsun gece ve arkadaşından bir hikâye dinlemek istiyorsun. O arkadaşına da güvenmek istiyorsun, seni satmasın istiyorsun. Biri de senin o arkadaşını taklit edip ünlü olmaya çalışırsa da ona gıcık olacaksın yani.

T.İ.: 2018 yılında 80 orijinal film çekmeyi planlıyor. Sence Netflix’in bu özgün içerik arayışı sinemada da birtakım gelişmeler yaşanmasına yol açar mı?

O.S.: Şu anda Netflix’in sinemaya katkısı konusunda bir oran ya da bir paralellik kurmadım. Ancak şöyle bir şey var; Netflix 80 tane orijinal içerik koyuyor ama baktığımızda şu anda bütçelerin hala düşük olduğunu görüyoruz. Yani çok büyük bütçeli işler çekmiyorlar, orta ve düşük bütçede durmaya çalışıyorlar. Daha zekice çözümlemelerle çok fazla bir görsel efekt ya da dekor arayışına girmeden günümüzde bir şeyleri eğip büküp distopik gelecek ya da gizem haline getiriyorlar. Dolayısıyla onlara çok maliyetli olmuyor. Oyuncuları hep yeni oyuncular. Çok fazla tanınmış oyuncularla çalışmıyorlar. Çalıştıkları zaman da (gülümsüyor) bence bozuyorlar biraz. Çok bilindik bir yüzün Netflix’te olması; mesela Al Pacino’nun Netflix’te olması eğer Netflix’in yayın karakterine uyacaksa tamam! Al Pacino Netflix’in o demin bahsettiğimiz platform karakterine uygun yepyeni bir şey yapacaksa da varım. Ama yepyeni bir şey yapmayacaksa o bildiğimiz kişi olarak orada olacaksa; ben hiç tanımadığım birinden Netflix’in hikayesini izlemeyi tercih ederim.

T.İ.: Bu konuda Will Smith’i nasıl buldun?

O.S.:Will Smith mesela bu durumu kurtardı, idare etti bence. Yine o Will Smith idi, bildiğimiz Will Smith “tricklerini” yaptı. Ama böyle onun bildiğimiz Will Smith algısıyla bir şey söylemediğini, başka bir evrenin içinde olduğunu, bu başka bir evrene saygı duymaya çalıştığını ve bunu durumu anlayarak uygulamaya çalıştığını ben izlerken hissettim. O evrene hitap etmesi ve o evrenin içinde güzel durması ona saygı duymama sebep oldu. Ama yine de yabancılaşıyorum. Çünkü hikayeler o kadar orijinal oluyor ki bazen, gerçekten hiç tanımadığım bir kere bile görmediğim insanlardan izleyip hakikaten inanmak istiyorum. Tabii bu tanınmış oyunculara biraz haksızlık mı? Hani onlar başka şeyler yapıyorlar zaten. Çok orijinal bir şey yapılacaksa da yeni oyuncuların yer alması daha olumlu. Bu tür platformlar, yeni starların yaratılmasına da çok büyük katkı sağlayacak. Ama onların da işte hemen o işle bağdaştırılması ve etiketlenmeleri riski var. Bir sonraki işte “no name” değiller çünkü. Bir anda çok yüksek sayıda insana ulaşacaklar yani.

T.İ.: Peki dijital içerik üretimi konusunda niceliğin artması nitelikte bir düşüş yaratır mı?

O.S.: Hangi konu olursa olsun, niceliğin artması nitelikte her zaman bir düşüş yaratır. Eğer bisküvi markası artarsa bisküvilerin kalitesi düşer. Bu kadar basit. Çünkü kar elde etmek için ham maddeyi bir şekilde zayıflatman, eksiltmen ve değişik bir takım kimyasal formüller bulup bir şeyi daha ucuza getirmen gerekir çünkü rakip çoktur. Reklam konusunda sansasyonları arttırıp daha itici şeyler yapabilirsin, daha vahşileşebilir ortam. Bunlara sebep olacak tabii. Ama bu kaçınılmaz bir şey zaten. Bir şeye çok fazla bir eğilim varsa nitelik her zaman azalacaktır.

T.İ.: Röportajın başlangıcında da bahsettiğin üzere daha önce Onur Ünlü’nün YouTube’da yayınlanan Görünen Adam dizisinde yer aldın. Sence bu dizinin geleneksel yapımlardan farkı ne idi? Beklediğiniz başarıyı yakalayabildiniz mi?

O.S.: Benim şahsen beklediğim bir başarı yoktu. İlk defa yapılacak bir şeydi. Ben sadece işin sponsorunun beklentisini biliyordum. İşin sponsorunun beklentisinin de karşılandığını, böyle büyük bir tatmin yaşamadığını ama beklentilerinin üstüne çıktığını biliyorum sadece. Ama tanıtımında veya reklamında belki eksiklik olmuş olabilir. İş biraz değişik bir işti. Çoğunlukla absürt komedi seven kitlenin de hemen gelmesi bekleniyordu. Ama onlar da her gel dediğinde gelmiyorlar. Başka şeyler arıyorlar.

Çok meşakkatli bir işti görünen adam. Çok fazla görsel efekt vardı. Çekimlerin teknikleri bizim için çok yeniydi. Yani yeşilde her sahneyi neredeyse tek başına oynamak ve etrafında hep başka insanlar varmış gibi oynamak bir oyuncu için çok zor bir deneyim aslında. Özellikle klasik oyunculuğa alışmış bir oyuncu için saçma bir deneyim. Ama seni yönetmekle mesul olan kişi Onur Ünlü olunca, o saçmalığın da ne kadar güzel olduğuna seni inandırınca, sen o saçmalığı da çok seviyorsun. Çünkü onunla zaten ne saçmalığa girsen seviyorsun.

Yine de bence Görünen Adam erken bir işti. Görünen Adam bu tür platformlar ve bu tür işler biraz daha fazla yapılmaya başlanıp da ortam biraz ısıtıldıktan sonra yayınlansa çok başka bir şey yakalayabilirdi.

T.İ.: Onur Ünlü şimdi de BluTV’de Dudullu Postası’nı hayata geçirdi. Sence dijital yayıncılık geleneksele hitap etmeyen yapımların kendini gösterebilmesi için bir fırsat mı?

O.S.: Şimdi, aslında fırsat olması gerekiyor. Fakat bu durum biraz platformların cesaretleriyle alakalı. Mesela platform, eğer güçlü bir platformsa, kendi bünyesinde o alternatif ve normalde kendine yer bulamayacak şeylere yer verir. Tabii ki onlar daha düşük bütçeli olur. Tabii ki yapım sürecinde platform tarafından daha üvey evlat muamelesi görürler ama en azından onlara o evde bir oda verilir. Kiler verilir, sandık odası verilir ama yine de bir oda verilir normal şartlarda.

Fakat şu anda Türkiye’de daha yeni yapılmaya çalışıldığı için bu; alternatif şeylere fırsat vererek geleneksel izleyiciyi kaçırmaktan çok korkuyorlar. Fakat bir şekilde şu anda Blu TV’nin bu minvaldeki ikinci, üçüncü işi ve hiçbiri genel itibariyle geleneksele hitap eden işler değil şu ana kadar. Bu anlamda iyi bir şey mi yapıyor? Geleneksele hitap etmeyen bir işe yer verdiği için, evet, iyi bir şey yapıyor hatta çok iyi bir şey yapıyor. Masum, 7yüz ve Dudullu Postası aslında Totalin asla peşinden koşmayacağı işler. Ama BluTV bu konuda ne düşünüyor mesela? Çünkü ister istemez takipçisi ve izleyicisi çok kısıtlı kalıyor.

T.İ.: Yani çok segmente etmiş oluyor…

O.S.: Çok çok segmente etmiş oluyor. Bağlı bulunduğu yayın kuruluşunun pozisyonuna göre şaşırtıyor. Mesela bunları da yapsalardı ama bunlar alternatif işleri olsaydı. Biraz da genel kullanıcıya hitap eden içerikler oluşturabilirlerdi. Herhalde var bir tasarıları. Böyle böyle yürümek istiyorlar belki…

T.İ.: Belki de kendilerini Puhu TV’den böyle farklılaştırıyor olabilirler…

O.S.: Evet yani kendi karakterizasyonu belki bu olabilir. Bir alternatif iş seçersin iyi kötü bir izleyiciye ulaşırsın. Ama o kadar alternatif işler seçiyorlar ki bence o izleyiciyi de segmente ediyorlar. Yaptıkları şey güzel ama bence ticari değil. Onların pozisyonu bana hiçbir şekilde dokunmuyor ama bir süre sonra biz bu işe yanlış başladık deyip tamamen total bir şeye dönecekler mi diye de merak ediyorum. Keşke bunu gerçekten böyle sürdürebilseler. Bu şu anda belki 2-3 iş olunca biraz zayıf gibi gözüküyor daha ama… bu mesela 13 iş olduğunda, ya da 17 iş, 20 iş olduğunda böyle, bu bir şey ifade edecek… Bunu tutabilirlerse… Ama ben Türkiye’de hiç sanmıyorum ticari olarak 18 iş de Masum gibi, 18 iş de Dudullu Postası gibi; çok zorlanırlar eğer ticari bir kaygıları varsa.  Ama eğer böyle karakterize edeceklerse kendilerini de gerçekten helal olsun. Şimdiden yolları açık olsun.

T.İ.: Leyla ile Mecnun dijitalde olsaydı eğer bir fark olur muydu sence?

O.S.: Eğer Leyla ile Mecnun televizyonda bittiği sırada dijital bu noktada olsaydı. Ve biz dijitalde Leyla ile Mecnun’a devam etseydik. Büyük ihtimalle çok uzun yıllar unutulmayacak izlenmeler alacaktı. Bitmezdi o zaman… Arka Sokaklar’a bağlardı. Dijitalin Arka Sokakları olurdu Leyla ile Mecnun. Ama dijitalde başlasaydı Leyla ile Mecnun, Leyla ile Mecnun olmazdı. Leyla ile Mecnun’un, Leyla ile Mecnun olmasının en büyük sebeplerinden biri TRT’de yayınlanıyor oluşudur. Başka türlü Leyla ile Mecnun olamazdı. Çünkü bizim televizyonda gösterilemeyen şeyleri, başka şeyler üzerine kodlayıp insanlara sevdirme durumumuz asla oluşmayacaktı. Çünkü biz dijitalde olsaydık onları gerçek olarak kullanıyor olacaktık. O anlamda bir sıradanlığa gitmiş olacaktık.

T.İ.: Netflix ve Amazon düzenli olarak yeni içerik arayışında, hatta Netflix yerli yapımlara da destek veriyor. Netflix’in ilk Türk orijinal dizisi 2018’de yayınlanacak. Fantastik bir yapımla izleyici karşısına çıkan Netflix; sence Puhu TV ve Blu TV gibi yerel izleyiciye hitap edebilecek mi?

O.S.: Netflix’in yerelleşebilmesi için acı bir şey söylüyorum: “Bedava olması gerekiyor.” Türkiye’de alternatif bir şeyin kabul edilebilmesi için bedava olması gerekiyor.

Baştan beri benim tahminim şu; dizime haksızlık etmeyeyim, oynadığım dizi gerçekten kaliteli bir dizi, seyirciyi hak eden bir dizi bunlarda hiçbir problemim yok. Ama eğer Puhu TV paralı olsaydı yani 10 TL bir bedeli olsaydı, biz 100 – 120 milyon izlenmeye ulaşamazdık. Şimdi herkesin elini vicdanına koyup doğruyu söylemesi lazım. İnternete Puhu TV yazıp izleye basıp 10 saniye içinde ve hiçbir para vermeden ulaşabildiğin bir şey olması tabii ki onu izlenebilir kıldı. 10 TL olsaydı ne olacaktı acaba?

Mesela yıllar önce Ulan İstanbul bunu denedi. Dizi, televizyonda yayından kalkacaktı. İnternetten yayın konusunda hemen bir çözüm buldular. Kanalın internet sitesinde yayınlanacaktı. İnternette yayınlanacak olan ilk bölüme sponsor buldular. Dizinin maliyetini karşılamıyordu ama bir şeydi en azından, 1 milyon insan izledi o yayını. İkinci bölümde de yine sponsor vardı ve yine 1 milyon izlendi. Üçüncü bölüme 1,99 TL fiyat biçildi. Bir dizi bölümü için bence fazlaydı. Zaten bir platforma aylık 10 TL – 15 TL bir rakam veriyorsan ve yüzlerce içeriğe bir anda ulaşabildiğin bir ortamda bir dizinin bir bölümüne 2 TL istemek biraz fazlaydı ama iyimser düşünelim; 2 TL idi topu topu. 20 bin kişi izledi.

1 milyondan 20 bine indi bir anda. 980 bin kişi toz oldu. Hani takip ediyordunuz? Hayranıydınız. Klavye başında dizi sona ermesin diye yazıyordunuz. Seyirci parayı görünce sahiplenmedi, gitti. Bizim milletimiz bu konuda böyle. Biz para vermeyi çok sevmiyoruz. Dolayısıyla eğer Puhu TV para istiyor olsa bugün Fi’yi o 100 milyonun 80 milyonu terk eder. Yani o 80 milyon izlenmeyi alamazsın, 20 milyonda kalırsın. Çünkü izleyici o 15 – 20 TL’yi vermek istemiyor.

İzleyicinin başında zaten bir yük var. Ayda 50 TL’den başlayan 150 TL’ye kadar giden paralar ödüyor izleyici, düz yayına yani. İzleyeceğini kontrol edemediği, karşısına ne sunulursa onu izlemek zorunda olduğu ve bu zihniyetle çalışmakta olan bir sisteme hala yüklü bir para ödüyor.

Dolayısıyla yerelleşmek paraya bakar. Bedavaysa yerelleşirsin.

T.İ.: Biraz konu izleyici kitlesine geldi. Bu anlattıklarının yanı sıra sence Türkiye'deki izleyici kitlesinin dijital yayıncılığa bakışı nasıl?

O.S.: İnsanlara internetten izlemek konforlu gelmiyor. Şöyle düşün, izleyici gitmiş 52 inç televizyon almış. Ve eşi çocuğu ya da evdeki başka biri yayını izliyor o sırada. İstediği kadar akıllı televizyon olsun bir şey fark etmiyor. Gidip 13 inçlik laptopundan bir şey açıp izlemek hoşuna gitmiyor. Çünkü bir şey izlemek için 10 bin TL para verdi ve o televizyonu aldı. O televizyonda ise bir kumanda var ve kimin sözü geçiyorsa… Bunun yanı sıra 90 yaşında tabletten Fi izleyen birinin fotoğrafını gördüm ben.

Bizim ekipten birinin akrabası; 90 yaşında kadıncağız ve tabletten kulaklığını takmış Puhu TV’den Fi izliyor. 90 yaşında yani! E şimdi merak eden izliyor ama internetten bir şey izlemek bazı insanlara hala çok yeni geliyor. Puhu TV’de yayınlanan Fi’de oynadığımı söylediğimde bazı insanlar bana “Nasıl gireceğim oraya?” diyor. Aslında 4 basit işlemde diziye ulaşabiliyorsun ama bu bazı insanlara zor geliyor. İnternetten bir şey izlemeye dair insanlarda çözemediğim gizemli bir korku var.

Bir de şöyle bir algı var: “İnternetteyse ne kadar kaliteli olabilir ki?”, “Ne ile çekilmiş olabilir en fazla?” Bilmiyor ki Fi’yi 70 kişi çekiyor. Bir televizyon dizisi 5 günde çekiliyorsa, Fi’nin bir bölümü 10 günde çekiliyor. İnternet ile ilgili fikrimiz YouTube’dan ibaret bizim. İnternet’te bir dizi varsa YouTube’daki bir video gibidir algısı var. Bilmiyor ki 4K çekiyorsun. Oralarda değil seyirci henüz.

Çok az bir kesim insan bu işleri takip ediyor, bu işlere meraklı ama onların sayısı çok az şu anda.

T.İ.: Türkiye'deki yapım dünyası (oyuncular, yapımcılar, yönetmenler, set çalışanları) dijital yayıncılığa nasıl yaklaşıyor?

O.S.: Hepsi şu an çok merak ediyor. Orası yeni bir dünya. Özellikle yapımcılar, bu sene Fi’den sonra Puhu TV veya Blu TV ile iş yapmak istiyor. Hepsi çok sıcak bakıyor. Çünkü reyting karşılığı olarak oradaki izlenmenin çok iyi bir reytinge denk geldiği görüldü. Fi mesela televizyonda yayınlansaydı 10 reyting gibi bir şey alacaktı ki bu gayet güzel bir reyting. İzlenmesi böyle olsaydı televizyonlarda da ilk sırada olacaktı. E bunu duyunca insanların iştahı bir kabardı.

Bir de ürün yerleştirme imkanları daha fazla, reklamlar daha kısa, izlemesi daha kolay. Ulaştığın kitle sınırsız. İzleyen bir daha izleyebiliyor hemen arkasından. Çok avantajı var. Herkes merak ediyor. Bir de değişik hikayelere yer verilebiliyor.

Bazen yapımcılar suçlanabiliyor: “Biraz da yeni bir iş yapın.”, “Biraz da yeni hikayelere yer verin.” Diye. Onun da eli kolu bağlı. Yapımcı dediğin adam da sağ tarafı iktidar, sol tarafı muhalefet, karşısında halk ,kime nasıl yaranacak? Türkiye’de kimin hikayesini anlatsan başka birine dokunuyor.  Böyle bir karakter var, olmaz iktidara dokunur, böyle bir karakter var, olmaz etnik gruplara dokunur, böyle bir karakter var olmaz konjonktür böyle değil. O yüzden ortalama hikayeler, birbirine benzeyen ortalama karakterler var. Çünkü mecbursun, sen de bu işin ticaretini seçmişsin ve piyasa senden o sene 3 tane dizi bekliyor.

Eğer bu sene 3 tane dizi yapmazsan, seneye de 3 tane dizi yapmazsan üçüncü sene kimse senin dizini almayacaktır. Dolayısıyla yapımcıları biraz cesaretlendirdi bu platformlar. “Dosyada bekleyen şöyle bir projemiz vardı onu televizyona yapamazdık ama internete yapabiliriz.” Diyebiliyorlar.

Oyuncular için yine çekici hale geldi internet. Oynayacakları karakterler değişecek çünkü. Onlar da değişik karakterler oynama şansı bulacaklar.

Ekipler için daha değişik oldu çünkü bizim hikayemiz daha kısa sürelerde çekilmesine izin vermedi ama başka hikayeler için böyle bir olasılık doğdu. Dijital platformlar standartları kolaylaştıran, standartların oturmasına yardımcı olan bir şey olabilir. Hem çalışma saatlerinin hem de çalışanların hakları gibi konuların daha çok kendini bulabileceği bir yer haline gelebilir dijital platform. Keşke buna yarasa. Keşke insanlar gerçekten normal çalışma saatlerinde hak ettikleri parayı kazanarak, yeteri kadar dinlenerek yeteri kadar konsantre olabilerek işlerine devam etse. Dijital platformlar standartların oturması, her departmandan insanın işini severek yapabilmesi ve inandığı bir hikâyeye katkıda bulunabilmesi için tek umut. Çünkü televizyonda öyle bir umut kalmadı. 2,5 saat dizi çekeceksen hiçbir standarttan bahsedemezsin çünkü.

T.İ.: Dijital yayıncılık Türkiye'deki dizi anlayışını değiştirebilir mi? Dizi sürelerinin uzunluğu, oyunculuktaki gereksiz durağanlıklar, dizinin uzunluğu nedeniyle senaryoya eklenen yapay dramalar ortadan kalkar mı? 

O.S.: Türkiye’deki platformlar ABD’de de olan uluslararası standartı getirmek istiyor. Gerçekten 40-45 dakikalık bir drama ya da 25 dakikalık bir komedi bunu biz de yapmak istiyoruz. Herkes istiyor. Yapımcı da istiyor, oyuncu da istiyor. Fakat pazarın oturması lazım. Yani dijitalden elde edilen gelirin televizyon üzerinden elde edilen gelire yaklaşması gerekiyor. Eğer 45 dakikada 2.5 saatlik televizyon dizisinin kazandığı parayı kazanabiliyorsak o zaman 45 dakika olacak o zaten. Problem şu; 25 dakikalık komedide sen o parayı televizyonda kazanamıyorsun. Çünkü yayın akışı ve maliyet arasındaki dengeye takılıyorsun.

Dijitalde ise kaç kişinin izlediği belli ve hemen belli oluyor. Günlerce beklenmiyor, artışlar, azalışlar, dakika an be an takip edilebiliyor. Yani 45 dakikada 2.5 saatlik dizinin gelirini yakaladığın anda o diziler 45 dakika komediler 25 dakika olacak.

Dolayısıyla o 45 dakikalık dizi de 7 günde rahat rahat çekilecek, rahat rahat montajlanacak, o görülen hatalar olmayacak, daha fazla özenilecek. Rekabet arttıkça hikayeler değiştikçe, hikayelerdeki karakterler değiştikçe oynadıkları karakterlerin üzerine yatan, yıllarca aynı karakteri oynayan oyuncuların işi biraz zora girecek. Çünkü o değişik karakterleri oynamaya alışık olmayan çok oyuncu var. Gerçekten o yeteneğe sahip, gerçekten o hamura sahip, gerçekten o işi yapmayı seven, gerçekten bir karakter yaratmayı seven oyuncular o zaman işte bizim baş tacımız olacak.

T.İ.: İnternet yayınlarına RTÜK denetimi TBMM Plan ve Bütçe Komisyonundan geçti. RTÜK, düzenlemenin yasalaşması durumunda internetten yayın yapan kanalların lisans başvurusunu değerlendirecek ve tıpkı televizyonlar gibi “uygunsuz içerik” halinde lisansı iptal etme hakkına sahip olacak. Aynı şekilde dijital yayıncılar artık RTÜK’ten lisans almak zorunda kalacak. RTÜK ayrıca bu yayınları denetleyecek ve istediği gibi kapatma, karartma ve yayın durdurma cezası verebilecek. Bu durum Netflix, Blu TV ve Puhu TV gibi internetten yayın yapan dijital platformları kapsıyor. Sence bu durum Türkiye’de dijital yayıncılığı nasıl etkiyecek?

O.S.: Biraz zekâ, biraz özveriyle sansüre gerek kalmadan o sansürü yıkarsın, kimsenin o sansürü senin yıktığından haberi olmaz. Mesaj yerine ulaşır, herkes alacağını alır. Görünürde her şey temizdir ama altında patlamalar oluyordur. Bunu yapacak olan şey zekâ. Zekayla öyle şeyler anlatabilirsin ki; seni sansürleyecek olan adam onu anlayana kadar sen çoktan oralardan geçmişsindir. Aynı kelimeyi aynı duyguyu başka nasıl anlatacağımızı düşünseydik, sansüre hiç gerek kalmazdı. Dijital yayıncılık, illa içki içen, uyuşturucu kullanan ve sevişen insanların hikayelerini anlatmak zorunda değil. Toplum olarak aynı kitapları okusaydık, aynı müzede aynı resimlere baksaydık, aynı dili konuşabilecektik. Bu sefer her şeyi göstererek anlatmamıza gerek olmayacaktı. Odanın ışığını kırmızıya döndürecektik ve diyecektik ki aşk var bu odada. Herkes de bunu anlayacaktı. İlla niye onları sevişirken görelim ki? Türkiye’de hiçbir işin ilerlememesinin sebebi ortak edebiyat zevklerinin olmamasıdır.

T.İ.: 2020 yılında küresel anlamda dijital TV pazarının 2020’de 42 milyar dolara ulaşması bekleniyor. Sence Türkiye bu pastadan ne kadarlık bir pay alacak?

O.S.: Kendimize özgü hikayeleri biraz önce anlattığım çerçevelerde insanlara anlatma şansı bulursak tahmin etmediğimiz izlenmelere ulaşabilir Türk içerikleri. Ama çok kısa vadede o 42 milyar doların 1 milyar dolarını dahi almak rüya olur.

T.İ.: Fi'den sonra dijital yayıncılık alanında yeni bir projede yer almayı planlıyor musun? Oyunculuğun ötesinde Amazon ve Netflix gibi içerik arayışı içerisinde olan şirketlerin karşısına yeni bir senaryo ile çıkmayı düşünür müydün?

O.S.: Dijital dizi konusunda en tecrübelilerden biri oldum iki işte oynayarak. Ben sevdim bu ortamı. Gelecek projelerde kesin bir şey yok. Televizyon da olabilir dijital de olabilir. Ama gönlüm dijitalden yana açıkçası. O da tekrar söylüyorum; şimdi gerçi Fi dizisi televizyonda yayınlanacak ama sıfırdan televizyonda yayınlansaydı böyle mi olurdu, böyle mi yazılırdı, başka oto sansürler veya sansürler devreye girer miydi, cesur olunur muydu, olunmaz mıydı çok şüphelerim var bu konuda. Sıfırdan yazılacak olsa bir Türk dizisinde Sadık Murat Kolhan gibi bir karakter olur muydu ve ben oynayabilir miydim o sahneleri çok şüpheliyim. O yüzden dijitalde daha enteresan karakterleri oynama şansı beni daha çok cezbediyor şu anda. Yine o yüzden, dijital devam etse daha güzel olacak sanki.

İçerik konusuna gelince; piyasadaki herkes dijital platformlara yeni bir senaryo ile gitmek istiyor. Kendi içeriğim ile gitmek ve platformlarda o şekilde yer almak çok çekici geliyor bana ama o tarafta işlerin nasıl yürüdüğünden emin değilim. İlk furya işlerini yaptıktan sonra ortaya çıkan tabloya göre ben de gitmeyi düşünebilirim. Çünkü o arada hangi platform ne kadar karakterini bozacak ne kadar karakterinin inşasına yardım edecek belli olur. Aslında distopik bir Türk içeriği yapmayı çok istiyorum. Kafamda yeni yeni bir şeyler oluşuyor ama tüm bu konuştuğumuz nedenlerden ötürü her şey çok sınırlanıyor. Çünkü daha düşünürken otosansür başlıyor.

Görsel Kaynak: Puhu TV

Teknoloji dünyasındaki gelişmeleri takip edin. Neleri size ulaştırmamızı istersiniz?
Abonelik kaydınız başarıyla oluşturuldu.